İMO 48. Olağan Genel Kurulu Tamamlandı
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası 48. Olağan Genel Kurulu 26-27 Mart 2022 tarihlerinde Ankara`da gerçekleştirildi.
26 Mart Cumartesi günü Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezinde başlayan Genel Kurulun Divan Başkanlığına Mustafa Selmanpakoğlu, Başkan Yardımcılıklarına Hayati Karatokuş ve Necla Aydıntürk, Yazman üyeliklere Tolga Oktay Gül ve Fatma Okumuş seçildi. Saygı duruşu ve İstiklal Marşının ardından Genel Kurul gündemi onaya sunuldu. Gündemin onaylanmasının ardından İMO 47. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç tarafından Genel Kurulun açılış konuşması yapıldı. Genel Kurula; TMMOB 2. Başkanı Selçuk Uluata ve TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi Özden Güngör, Kıbrıs Türk İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Gürkan Yağcıoğlu ile birlikte 800`ün üzerinde Genel Kurul delegesi ve konuk katıldı.
Divan`a sunulan önergeleri görüşmek üzere; Bütçe Komisyonuna: Sinem Kolgu (Başkan), Mazlum Sevincek (Raportör), Zafercan Atacan (Üye), Orhan Şenol (Üye), İsmail Şeker (Üye); Yönetmelikler Komisyonuna: Elif Ersoy (Başkan), Rojda Eser (Raportör), Cenk Işılay (Üye), Mahir Kaygusuz (Üye), Fulya Pinici (Üye); Örgütlenme Komisyonuna: Mustafa Özçelik (Başkan), Levent Çimen (Sözcü), Sami Gültekin (Üye), Oğuz Düztaş (Üye), Ezgi Çimen İnce (Üye); Ana Sorunlar Komisyonuna: "Özer Or" (Başkan), Özgür Topçu (Raportör), Salih Deniz Islakoğlu (Üye), Şoreş Çelik (Üye), İbrahim Sarıdurmuşoğlu (Üye) seçildi.
Genel Kurul tarafından oluşturulan geniş bir heyet Odamız adına düzenlenen resmi törenle Anıtkabir`i ziyaret etti.
İMO Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Özer Akkuş Çalışma Raporunu, Denetleme Kurulu Başkanı Murat Özenir ise Denetleme Kurulu Raporunu sundu. 30 delegenin söz alarak görüş ve değerlendirmelerini paylaştığı raporlar üzerine yapılan görüşmelerin tamamlanmasının ardından yapılan oylamada 47. Dönem Yönetim Kurulu oy birliği ile aklandı.
Daha sonra Genel Kurul tarafından çalışma komisyonlarının hazırladığı raporlar görüşülerek öneriler karara bağlandı. Ardından Oda Kurulları için adaylar tespit edilip tutanağa bağlandı ve ilan edildi.
48. Dönem Seçimleri, 27 Mart 2022 Pazar günü Oda Merkezinde gerçekleştirildi. Resmi olmayan seçim sonuçlarına göre;
Oda Yönetim Kurulu asıl üyeliklerine; Taner Yüzgeç, Nusret Suna, Sıdıka Gülsun Parlar, Özer Akkuş, Jale Alel, Tansel Önal ve Veysel Özkan,
Oda Yönetim Kurulu yedek üyeliklerine; Erdem Toraman, Ali İhsan Aktürk, Okan Çağrı Bozkurt, Cemil Tileylioğlu, Rahmi Alper, Melek Gözde Hoşafcı, Berke Akyel,
Onur Kurulu asıl üyeliklerine; Işıkhan Güler, Hayati Karatokuş, Ali Fuat Günak, Hasan Akkar, Arif Emre Sağsöz,
Onur Kurulu yedek üyeliklerine; Mustafa Baygeldi, Hüseyin Tüfek, Emrah Alp, Funda Coşkun, Ali Aytaç Aydemir,
Denetleme Kurulu asıl üyeliklerine; Metin Korkmaz, Necati Atıcı, Nebil Yengüner, Şaban Erdal Yılmaz, Nejat Gökhan Gürkaya, Ufuk Yurtoğulları, İnci Şentuna, İsmail Uluç, Ergin Tatar,
Denetleme Kurulu yedek üyeliklerine; Ozan Yılmaz, Betül Çelik, Mehmet Rifat Kahyaoğlu, Emre Can Özkan, Atakan Yasin Atan, Barış Coşkun, Haydar Umut Kamişli, Orhan Şenkaya, Ramazan Armağan
Oda Danışma kurulu üyeliklerine; Züber Akkgöl, Azmi Cihangir Aygın, Hatice Ülkü Özer, Cihat Mazmanoğlu, Mustafa Selmanpakoğlu, Cevat Öncü, Hakkı Nadir Çelebi, Zeki Karadeniz, Oktay Gülağacı, Hüseyin Kaya, Mustafa Çobanoğlu, Turan Kapan, Mustafa Özçelik, Hıdır Çak, Meral Saraç Çavga,
TMMOB Yönetim Kurulu üyeliklerine; Selçuk Uluata, Taylan Kalender, Bülent Divrik,
TMMOB Yüksek Onur Kurulu üyeliğine Abdullah Bakır,
TMMOB Denetleme Kurulu üyeliğine Özgür Topçu seçildi.
İMO 47. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Taner Yüzgeç`in yaptığı konuşma
Sayın Başkan ve Değerli Kurul Üyeleri
Saygıdeğer konuklar
Değerli meslektaşlarım
48. Genel Kurulumuza hoş geldiniz.
Hepinizi Yönetim Kurulu adına saygıyla, dostlukla selamlıyorum.
Öncelikle belirtmek isterim ki; Yönetim Kurulu üyemiz, değerli dostum, yol arkadaşım, Levent Darı`nın geçtiğimiz Kasım ayındaki kaybı bizleri derinden etkiledi. Bizler onun yokluğunu çok hissettik. Hani bazı insanlar vardır, mütevazılıklarından olsa gerek, çok da ön planda olmazlar. Fakat yoklukları öyle derin bir boşluk yaratıyor ki telafisi mümkün olmuyor. Tıpkı Nazım Hikmet`in dediği gibi; yokluğu kesik bir kol gibi duruyor omuz başımızda. Onu özlemle ve saygıyla anıyorum.
Bu dönem sadece onu değil, eski başkanlarımızdan ve mesleğimizin duayenlerinden Ali Terzibaşoğlu ve İlkay İzer`in eski yönetim kurulu üyemiz Hasan Çetinkaya`nın ve eski Genel Sekreterimiz Sadık Gökçe`nin kaybını da yaşadık.
Tüm bu kayıplarımızla birlikte İnşaat Mühendisliği ve Odamız için, büyük özverilerde bulunmuş, dişiyle tırnağıyla uğraş vermiş, bilgisiyle deneyimiyle yol göstermiş olan ve ne yazık ki bugün aramızda bulunamayan tüm meslektaşlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Değerli meslektaşlarım, bir vefa borcumu da ödemek isterim.
47. Dönem içerisinde Odamız Organlarında, kurul ve komisyonlarında, Şubelerinde ve Temsilciliklerinde görev üstlenip bilgisini, birikimini emeğini esirgemeden çalışıp katkı koyan meslektaşlarıma, çalışma arkadaşlarımıza huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum.
Bu arada çalışanlarımızı da unutmamız gerekiyor. Özellikle son dönemlerde ekonomik kıskaç altına alınan Odamızda fedakarca görev yapan tüm emekçi kardeşlerime de teşekkürü bir borç biliyorum.
Değerli meslektaşlarım,
Odamız 68 yıllık tarihi boyunca her türlü engellere rağmen kamu yararını gözeten bir anlayıştan hiç sapmamış, doğruları savunmaktan kaçınmamıştır. Demokrasi ve toplum için bir ses, mesleğimiz ve meslektaşımız için bir nefes olagelmiştir.
Bu yüzdendir ki, tüm yok sayma ve nefesimizi kesme çabalarına rağmen Odamız, toplum nezdinde en güvenilir ve itibarlı kurumlardan biri olma özelliğini hiç kaybetmemiştir. Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırmaya göre Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin toplumdaki güvenirliği Cumhurbaşkanlığından, Anayasa Mahkemesinden, Yargı Kurumlarından, Üniversitelerden, Medya Kuruluşlarından daha yukarıdadır.
Bu özellik hepimiz için güç kaynağıdır.
68 yılı geride bırakmak, 68 yıldır güçlenerek büyümek ve 68 yıldır halkın ve ülkenin yanında yer alarak meslek ve meslektaşı geliştirmek bizim gibi ülkelerde kolay değildir. Olağanüstü bir çabayı gerektirir. Dayanışmayı ve iş birliğini gerektirir. Örgütlülüğü ve inancı gerektirir.
Ve görünen o ki, 48. dönemde de her zamankinden daha fazla ve her zamankinden daha kararlı bir şekilde mücadele etmemiz gerekecektir.
Değerli meslektaşlarım,
Saygıdeğer konuklar,
İnşaat Mühendisliği uygarlıkları yaratan bir meslektir; uygarlıkları görünür kılmaktadır.
İnşa edilen yapılar medeniyetlerin izdüşümünü yansıtmaktadır.
Nasıl ki, kültürel, sosyal ve ekonomik özellikler, uygarlıkların soyut yanını ifade ediyorsa, mühendislik ürünü yapılar da somut yanını göstermektedir.
İnşaat mühendisliğinin seyri doğa olaylarından korunmakla başlamış, günümüzde ise neredeyse doğaya hükmedecek bir niteliğe bürünmüştür. Kazanan insanlık olmuştur.
Ancak şimdi doğayı, dünyamızı, insanlardan koruma zamanıdır. Bizler İnşaat Mühendisliği mensupları olarak nasıl ki doğanın yıkıcı etkisine karşı insanlığı korumak için çalışıyorsak, doğayı ve çevreyi de iktisadi çıkar çevrelerinin doymak bilmez kar hırsından korumamız gerekmektedir.
İnşaat mühendisliğinin kadim çağlardan gelip geleceğe yönelik kurduğu köprü, mesleğimizin sıradanlaştırılmasının, önemsizleştirilmesinin, toplumsal yarar ilkesinden uzaklaştırılmasının mümkün olmayacağını simgelemektedir.
Buna karşın,
Politik güç sahipleri, diktatörleşen liderler mühendislik eserlerinin simgesel gücünden yararlanmak isterler. Ya da salt güç gösterisine dönüşmüş simgesel yapılar yaptırırlar. Diğer yandan iktisadi çıkar çevreleri ise insanoğlunun en temel ihtiyaçları olan, barınma, enerji, ulaşım, su gibi alanların en büyük kar getirisine sahip alanlar olduğu bilinciyle yatırım yapar ve bu doğrultuda siyasi çevreleri yönlendirirler.
Siyasi yöneticiler ile sermaye çevrelerinin iç içe geçmiş ihtiyaçları mühendislik yapılarından beklentilerini de ortaklaştırmaktadır. Bu beklentinin adı bir yanıyla gösteriş diğer yanıyla kardır.
Bu yaklaşımın içinde insan, doğa, toplum, ülke yoktur. Onlar için bir yapı, tek başına ve başlı başına bir varlıktır. Kısa sürede bitmesi, büyük ve gösterişli olması onlar için yeterlidir. Yapının çevreye uyumu, bir planın parçası olup olmadığı, kültürel etkileşimi, toplumsal getirisi ve geleceğe katkısı onlar için önem taşımaz. Çünkü onlar için o yapıların kullanıcıları tüketici veya seçmen oldukları sürece önemlidir.
İşte bu yüzden bugün ülkemizde, üzerinden araba geçmeyen otoyollar ve köprüler, yolcusu olmayan havaalanları, gemisi olmayan limanlar, kapasitesi dolmayan stadyumlar, hastası doktoru olmayan hastaneler, ibadet edeni olmayan camiler yapılmakta, Kanal İstanbul gibi fanteziler üretilmektedir.
Değerli meslektaşlarım,
Ulusal ekonomiye hiçbir katkı sağlamayan bu projelerin fahiş maliyetleri ve hazineye olan yükleri yüzünden nasıl bir ekonomik sıkıntı kaynağı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla bu rakamları tekrar ederek kıymetli zamanınızı almak istemiyorum. Nasıl ki, COVID-19 pandemisi herkesi sağlıkçı, yükselen dolar fiyatları finansçı yaptıysa, bozulan ekonomi de hepimizi iktisatçı yaptı.
Bundan 5-6 yıl öncesine kadar ülkemiz kaynaklarının heba edilip har vurup harman savrulmasına, teknik elemanların, aydınların, duyarlı yurttaşların dışında pek söz söyleyen olmazken bugün artık insanların gözüne batıyor. Mızrak artık çuvala sığmıyor.
Daha birkaç gün önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Çanakkale Köprüsünün açılışında geçiş ücretini açıklarken, rakamı küçük gösterme ihtiyacından kaynaklansa gerek "200 liracık" tabirini kullanmak zorunda kaldı.
Çanakkale`den Eceabat`a gidiş geliş ücreti sadece köprü için 400 liracık! Bu 400 liracık denilen rakam bir ailenin aylık gelirinin %10`u. Bugün asgari ücret denilen 4.250 liralık tutar Türkiye`de çalışan nüfusun %50`sinden fazlasının ortalama aylık geliri. Bugün dünyada yurttaşının gelirinin %10`una tekabül eden ücrete sahip başka köprü geçişi olan ülke bulunuyor mu acaba?
Bununla da kalmıyor! 200 liracık olan kısım sadece o köprüyü kullanandan alınan ücret. Bugünün rakamlarıyla yaklaşık 90 liracık bir ücret de hazineden, yani sizden bizden çıkacak 16 yıl boyunca. Ayrıca bu rakamlara taahhüt edilen sayıda geçmeyen araçların bedelleri dahil değil!
Başka bir örneğe bakalım. Osmangazi Köprüsü: Geçiş başına günümüzün rakamlarıyla geçenden 184,5 lira, hazineden ise 508 lira. Toplam 682,5 lira araç başına işletmeciye ödenen para. Yine bu rakamlara taahhüt edilen sayıda geçmeyen araçların bedelleri dahil değil!
Bu işin sonunda, bağlantı yollarıyla birlikte 1,7 milyar dolara inşa edilen Osmangazi köprüsü topluma 10,1 milyar dolara mal olacaktır. Köprünün 22 yıllık yap-işlet-devret süresi boyunca akaryakıt tasarrufu olarak ülke ekonomisine katkısı ise, (tabi üzerinden planlanan miktarda araç geçerse) 650 milyon dolar civarında olacaktır. Yani ülke olarak 10,1 milyar dolar para ödeyeceksiniz, karşılığında 650 milyon dolar tasarruf edeceksiniz! İyi hesap! Bu rakamlar ülke ekonomisinin neden ve nasıl battığının örneklerinden sadece biridir.
Değerli delegeler, değerli meslektaşlarım,
48. Genel Kurulumuzu hem ülkede hem de dünyada büyük krizlerin olduğu bir dönemde yapıyoruz.
Hemen kuzeyimizde emperyalist bir paylaşım savaşı yaşanmaktadır. ABD ve AB ülkelerinin uzun zamandır planlayarak yarattıkları gerilim sonuçta sıcak çatışmaya dönüşmüş durumda. Daha şimdiden 4 milyon Ukrayna vatandaşının ülkesini terk etmek zorunda kaldığını görmekteyiz. Savaş her zaman olduğu gibi yaşlı, kadın ve çocukları çok daha derinden etkiliyor. Bir ülke yarattığı tüm varlıkları ile birlikte tahrip oluyor. Sonuçta emperyal güçler çekişirken olan Ukrayna halkına oluyor. Rusya`nın kendince gerekçeleri ne olursa olsun bu işgalin haklı hiçbir tarafı yoktur ve derhal operasyonlarını durdurmalıdır.
Bu savaş diğer yandan liberal dünyanın ikiyüzlülüğünü de ortaya çıkarmaktadır. Aynı güvenlik gerekçeleriyle Afganistan`da, Irak`ta, Suriye`de, Libya`da yapılan işgalleri sanki kendileri gerçekleştirmemiş, milyonlarca insanın ölümüne ve milyonlarcasının da ülkelerini terk etmesine sanki kendileri sebep olmamış gibi büyük bir pişkinlikle bugün hak savunucusu rolünü üstlenmektedirler. Sadece bu da değil, bu savaş liberal dünyanın savunageldiği insani ve demokratik değerlerinin ne kadar sahte olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Sığınmacı kabulünde göz rengine, ten rengine göre ayrım yapacak kadar ırkçı, insanlık düşmanı neonazileri destekleyecek kadar çıkarcı, gazetecileri yasaklayacak kadar despot, Dosteviyevski`yi yasaklayacak, Rus sanatçıları kovalayacak kadar şaşkın olduklarını göstermiştir. Bu söylediklerim bilinmedik şeyler değildi. Fakat bu kadar aleni ve pervasızca yapılıyor olması, sanırım Avrupa kamuoyu için bile şaşkınlık yaratıcı olmuştur.
İster Avrupa`da olsun ister Ortadoğu`da savaş bir insanlık suçudur. Savaşlara karşı çıkmak bir insanlık görevidir. Savaşlara karşı çıkmak mesleki bir sorumluluktur.
Değerli dostlarım,
Devasa sorunlarla karşı karşıyayız.
Bir yanda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü en derin ekonomik kriz,
Öbür yanda, hem dışarda hem içerde savrulan ve savruldukça sertleşen, otoriterleşen, adaletsizleşen, dışlayan, yasa-hukuk tanımayan bir yönetim biçimi ile karşı karşıyayız.
Buna ilaveten, rasyonalitesini, tarafsızlığını, güvenirliğini, işlevini yitirmiş ve kadroları siyasi yandaşlık ve tarikat üyeliği vasfına göre doldurulmuş devlet kurumlarının varlığı ülkeyi bütünüyle çıkmaza sokmaktadır.
Bu buhrandan yurttaş olarak hepimiz etkileniyoruz. Peki ama bir İnşaat Mühendisi olarak etkilenmiyor muyuz?
Elbette ki etkileniyoruz!
DİSK`in araştırmasına göre geniş tanımlı işsizlik %23 oranına ulaşmıştır. Geçen yıl Odamızın yaptığı araştırmaya göre inşaat mühendislerinde işsizlik oranı ise % 28,2`dir. Görüldüğü gibi meslek alanımızdaki işsizlik oranı ülke genelinden çok daha yüksektir. Üstelik bu işsizlik oranları son yıllarda ivmelenerek artmıştır. İnşaat Mühendisleri arasında 2012 yılında %6 civarında olan işsizlik oranı, 2020 de %19`a, 2021 yılında ise %28,2`ye çıkmıştır. Bu oran kadın ve genç mühendisler arasında ise %50`lere yaklaşmıştır.
İşsizliğin böylesine yoğun olması, sadece işsiz kalan meslektaşlarımızı etkilemiyor!
Şantiyelerde, yapı denetimlerinde, bürolarda çalışan emekçi meslektaşlarımızın düşük ücretlerle çalıştırılmasına da sebebiyet veriyor. Üç kuruş paralara özellikle genç mühendislerin imzalarının istismar edilmesine de sebep oluyor.
Hatta kamu kurumlarında çalışan mühendisler bile dışardaki bu duruma bakıp, hallerine şükredercesine haklarını talep edemez hale geliyor.
Bu tespitler, Odamızın yapmış olduğu araştırmadaki verilerle teyit ediliyor. Çalışan üyelerimizin yaklaşık %75`i devlet kurumlarında veya özel sektörde ücretli olarak çalışmaktadır. Ücretli çalışanların %28`i asgari ücretin altında, %20`si TMMOB asgari ücretinin altında, %24`ü Türk-İş`in belirlediği yoksulluk sınırının altındaki bedellere çalışıyor. Yani ücretli çalışan meslektaşlarımızın %72`si geçim sıkıntısı çekiyor. Bu durum da gösteriyor ki ekonomik kriz, sektörün çarpık yapısı ve işsizlik, çalışanların da yoksullaşmasına ve ezilmesine sebebiyet veriyor.
Değerli meslektaşlarım, dilerseniz işsizlik sorununu iktidar cenahının nasıl değerlendirdiğine bir bakalım.
Bundan birkaç sene önce Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan yeni akademik yılın açılışında yaptığı konuşmada "Her kişi üniversiteyi bitirdiği zaman iş sahibi olacak diye de bir şey yok." dedi ve çıkıverdi işin içinden!
Bundan daha da vahimini iktidarın önemli isimlerinden Yasin Aktay, birkaç ay önce yazmış olduğu bir makalede şöyle dile getirdi:
"Eğitim yoluyla edinilen mesleklerin ihtiyaca göre dağılımında çok ciddi sorunlar yaşamaya başladık. Sanayinin aradığı nitelikli teknisyen, atölye işçisi bulunamıyor ama bir mühendis kadrosuna onlarca müracaat olabiliyor" diyor.
Bundan daha doğal ne olabilir ki? Mühendis kadrosuna mühendis başvuruyor. Kaldı ki bulunamıyor diye şikayet ettiği teknisyen yani teknik lise mezunları içerisinde işsizlik oranı oldukça yüksek durumdadır. Bu yüzdendir ki 2014 yılında 1 milyon 800 bin civarında olan mesleki eğitimde bulunan öğrenci sayısı 2018 yılında 1 milyon 500 bin civarına gerilemiştir.
Yasin Aktay şöyle devam ediyor:
"Mühendis unvanı elde etmiş kişi ise bu statünün altında bir unvanla çalışmaya razı olmuyor. Böylece tarım ve sanayimiz ihtiyaç duyduğu eleman ihtiyacının önemli bir kısmını Suriyeli veya Afgan işgücü istihdamıyla karşılamaya çalışıyor. Üniversite mezunlarımız ise demokratik kültür açısından yeterince karşılanamayan yüksek talepkârlıklarıyla toplumda ciddi bir hoşnutsuzluk kaynağı haline geliyorlar."
Pervasızlığın bu kadarına da pes demek gerekiyor artık!..
İnsanlar 4 yılını 5 yılını üniversite eğitimi, meslek eğitimi adı altında geçirecekler, aileler lise yıllarından itibaren bu amaç uğruna birikimlerini heba edecekler, gençler geleceklerini, hayallerini, umutlarını bu meslek bu eğitim üzerinden kurgulayacaklar, siz kalkıp "Mühendis unvanı elde etmiş kişi bu statünün altında bir unvanla çalışmaya razı olmuyor" diyeceksiniz!.. "toplumda hoşnutsuzluk kaynağı haline geliyorlar" diyerek kınayacaksınız ve üstelik utanmadan mühendisler tarlada fabrikada işçiliği kabul etmediği için zavallı (!) sanayicinizin çaresizlikten (!) Afgan ve Suriyeli işgücüne istihdam yarattığını söyleyeceksiniz!.. Öyle mi!..
Yağma yok Yasin Aktay!.. Beceriksizliğinizin bedelini bu gençler, bu mühendisler ve bu toplum ödemeyecek artık!
Oysa ki çözüm basit.
- Bir yönetmelik değişikliğine bakar. Hem sağlıklı ve güvenli yapılaşma sağlanmış olacak hem de 10 binlerce istihdam yaratılmış olacak. Her şantiyeye tam zamanlı bir şef diyeceksiniz sadece. Müteahhitlerin cebinden bir miktar daha çıkacak ama ülke kazanacak.
- Bir zihniyet değişikliğine bakar. Kamu kurumlarında, yatırımcı kuruluşlarda, belediyelerde kadro açıklarını kapatacaksınız, kamu kurumlarında zaafa uğratılan mühendislik-kontrollük hizmetlerini yeniden tesis edeceksiniz. İhalelerde taahhüt edilen teknik personelin çalıştırılıp çalıştırılmadığına bakacaksınız. Mühendislik hizmetleri maliyet artırmaz. Tam tersine savrulan kaynakları önler. Devlet de, toplum da bu işten karlı çıkar.
- Bir kanun değişikliğine bakar. Yapı denetimi kağıt üstünde veriliyor olmaktan çıkartacaksınız. Bu bir kamusal hizmettir, öncelikle böyle bakacaksınız meseleye. Nitelikli istihdamı sağlayacaksınız bu işlerde. Merak etmeyin depreme karşı daha güvende hissedeceksiniz kendinizi.
Bunun karşılığında, toplumun önüne çıkıp "biz mühendis de yetiştirdik onlara iş de yarattık deme şansına sahip olacaksınız." Tabi bunun için müteahhitlerle ve sermaye sahipleriyle aranıza biraz mesafe koymanız gerekir.
Değerli meslektaşlarım, Değeli delegeler
Bildiğiniz gibi Odamız, hem 46. hem de 47. Dönemde İnşaat Mühendisliği eğitimi üzerine çeşitli kampanyalar gerçekleştirdi. Bir yandan üniversiteye girişte barajın yükseltilmesini talep eden, diğer yandan kontenjanların düşürülmesini odağına alan etkinlikler gerçekleştirdik.
Bu konuya ilişkin bazı rakamları sizinle paylaşmak istiyorum. İnşaat Mühendisliği bölüm sayıları 1990`lı yıllardan 2007`ye kadar 40`lı rakamlardayken, bu sayılar büyük bir ivmeyle artarak 2019 yılında 127 bölümde 220 eğitim programına kadar çıktı. Keza öğrenci kontenjanları 2007 yılına kadar 3.800 ortalama ile gelirken, 2019 yılında 12 bine ulaştı.
Bu tarih aralığı için başka verileri de incelersek eğer; ülke nüfusunun %13, inşaat alanındaki cironun %34 ve inşaat alanındaki üretimin %22,6 artmış olduğunu, inşaat alanındaki istihdamın ise %37 azaldığını görüyoruz. Buna karşın inşaat mühendisliği eğitim kontenjanları %215 artmıştır. Bu rakamlar göstermektedir ki sektörel ve toplumsal bir ihtiyaç olmamasına rağmen, bu denli üniversite açılmasını ve öğrenci kontenjanını artırmayı gerektiren akılcı bir izah yoktur. (Tabi ki siyaset sermaye yoldaşlığının gereklilikleri dışında!)
Ülkemizdeki mühendislik eğitiminin belli bir planlamaya göre yapılmadığını, özel üniversitelerin bölüm açma reflekslerinin günlük piyasa kurallarına göre oluştuğunu, o dönem hangi meslekler popüler ise birer "müşteri" olan öğrencilerin yönelimlerinden nemalanma çabasına girildiğini, devlet üniversitelerinin ve bölümlerinin ise tamamen siyasal popülizm sebebiyle açıldığını biliyoruz. Böylelikle bir yandan toplumsal katmanların eğitim yoluyla daha iyi bir yaşam kurma umudundan oy olarak faydalanılırken, diğer yandan genç işsizliğini 4-5 yıl daha ötelemiş oluyorlardı. Ancak iktidar sahipleri için o tatlı rüya bitti ve kabusa dönmeye başladı. Bu gençler mezun olup iş istemeye başlayınca üstelik diğer işsiz kesimlere göre daha çok ses çıkarmaya başlayınca, işsizliği yaratanlar, pişkince işsizleri suçlamaya başladılar.
Değerli meslektaşlarım,
Son iki yıldır kontenjanlar düşüyor olmasına rağmen gençlerin İnşaat Mühendisliğini tercih etmemeleri sebebiyle bölümler bir türlü doldurulamıyor. 2021 yılında İnşaat Mühendisliğini tercih edenler toplamda 4300 civarında oldu. Devlet üniversitelerinde İnşaatı tercih edenlerin başarı ortalamaları 180.000 civarında, Vakıf Üniversitelerinde tercih edenlerin başarı ortalaması ise 220.000 civarında oldu. Bu durum mesleğimizin geleceği açısından iç karartıcı bir tablodur.
Değerli meslektaşlarım,
Bugün Türkiye`de hangi alanda olursa olsun kriz veya olağan dışı herhangi bir durumun yönetim biçimi, daha doğrusu yönetilmezlik hali birbirlerine çok benzemektedir.
Siyasi iktidar, geçtiğimiz iki yıl boyunca pandemiyle mücadeleyi halkın bireysel sorumluluğuna yıkarak, açlık mı hastalık mı ikilemine sokup, sadece iktisadi çıkarları ve iş çevrelerini gözeten önlemler almaya çalışmışsa, afetlere karşı da benzer bir tutum sergilemiştir.
Bozkurt ve Ayancık taşkınları bunun somut örneğidir. 100`ün üzerinde yurttaşımızın can kaybı yıkılan köprüler, binalar, yollar yine vatandaşın "sorumsuzluğuna" bağlanmıştır.
Oysa ki, taşkın yataklarının imara açılması her zaman olduğu gibi, bu felaketin de ana nedenini oluşturmaktadır. Buna ilaveten havzaya yönelik taşkın-risk raporlarında ifade edilen hiçbir önlemin alınmayışı kayıpların böylesine ağır olmasına sebebiyet vermiştir.
Ülkemiz önlem alma, afet riskini azaltma stratejisini ne yazık ki uzun zamandır terk etmiş durumdadır. Belli ki bu faaliyetler oya devşirilecek ya da ranta çevrilecek nitelikte değildir. Önlem alma stratejisini bir kenara koysak bile, üzülerek ifade ediyorum ki devletimiz afet sonrası müdahale kabiliyetini kaybetmiş görünüyor. Bozkurt`ta, Ayancık`ta, orman yangınlarında ve İzmir Depreminde çaresizliğe ve beceriksizliğe hep birlikte şahit olduk.
Biliyorsunuz İzmir depremi şiddetli bir depremdi fakat beklenen İzmir depremi değildi. İzmir`in 70 km ötesinde oluştu ve yarattığı hasar sadece belli bir bölgeyle sınırlı kaldı. Ancak deprem sonrası saatler boyu tüm kent kilitlendi, iletişim aksadı, ekipler müdahalede gecikti, kaotik bir atmosfer, kente hakim oldu. Öylesine şaşırtıcı sahnelere şahit olduk ki mesela, ilgisiz bir Bakan, Tarım Bakanı kameralar önünde enkazın tepesine çıkıp talimatlar yağdırdı. Şov yaptı.
Daha da vahimi, ertesi günden itibaren hasar tespit çalışmaları için hazır şekilde bekleyen 50`nin üzerinde deneyimli ve eğitimli meslektaşlarımız İzmir İl Çevre Müdürünün talimatıyla hasar tespit çalışmalarına (sırf İMO`dan geliyor diye) dahil edilmedi. Fakat Yapı Denetim firmalarında çalışan yeni mezun gençleri yarım saatlik bir eğitimle sahaya sürdüler. Daha da ilginci, bu il müdürlüğünün bağlı olduğu genel müdürlük ülke genelinde Valilikler aracılığı ile Odamız Şubelerinden de hasar tespit çalışmaları için mühendis talep etti. Böylesi bir zafiyet, organizasyonsuzluk, ne yapacağını bilmezlik hali devlet kurumlarına hakim olmuş durumda.
Hal böyle olunca afetlere karşı önlem alma, daha doğrusu doğa olaylarının afete dönüşmesini engelleme konusunda çalışmaların da ne düzeyde olabileceğini anlamak zor olmuyor.
Bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Malumunuz İzmir Depreminden sonra TBMM`de bir Deprem Araştırma Komisyonu kuruldu. 1999 Marmara Depreminden bugüne kadar kurulan üçüncü komisyon bu. Komisyon geçtiğimiz Temmuz ayında raporunu tamamladı ve kamuoyuna sundu. Her ne kadar bugüne kadar yapılan deprem çalışmalarının abartılı reklam çalışması nitelinde olsa bile, aslında çarpıcı tespitler de bulunmaktaydı bu raporda.
Önemli olduğunu düşündüğüm bir konudan örnek verecek olursam o da ülkemizdeki bina envanterinin çıkartılması meselesidir.
Türkiye`deki bina envanterinin çıkartılması, mevcut yapıların hasar görebilirlikleri ve risklerine göre gruplandırılması, riskli görülen yapılarla ilgili olarak alınacak kararlar açısından son derece önemlidir. Yani güçlendirme veya dönüştürme politikalarının belirlenebilmesi için elzemdir.
1999 Marmara Depreminden bu yana birbirinden farklı pek çok kurum tarafından çıkarılan onlarca rapor, şûra kararı, mastır planları ve Meclis raporlarında bu konu ısrarla ifade edilmektedir. Hatta 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe giren ve 2012-2023 yılları içinde tamamlanması taahhüt edilen Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planında da ülkedeki tüm yapı stokunun envanterinin çıkarılacağı ifade edilmekteydi. Hatta bu işin 2012-2017 yılları arasında yapılması taahhüt edilmekteydi.
Temmuz ayında yayınlanan TBMM raporunda ise bu durum şöyle ifade edilmekte;
"
.
Genellikle 2000 yılı öncesi inşa edilen yapıların riskli olduğu kabul edilmekle birlikte, yapıldığı dönem, yapı türü ve tabi olduğu imar uygulamaları gibi farklılıklardan bağımsız olarak tüm binalar incelenmeli ve riskli binalar hızlı bir şekilde belirlenmelidir.
Önceki yıllarda yapılan çalışmalardan elde edilen dersler ortaya konularak, önceliklendirmede de kullanılabilecek standart bir risk değerlendirme yöntemi ilgili bakanlıklar ve üniversitelerce ortak şekilde netleştirilmelidir.
" denilmektedir.
Değerli meslektaşlarım,
Ülkemizde yapı stokumuz 10 milyon civarındadır. Öngörüler, tahminler bunların 6-7 milyonunun riskli olduğu yönündedir. Nitekim bu rakamlar bahsi geçen raporda da zikredilmektedir. Sonuç olarak 2017 yılı itibarıyla bitirilmesi gereken envanter ve riskli yapı tespitinin, 2021 yılı itibarıyla bırakın tamamlanmış olmasını, nasıl yapılacağının bile hala belirlenemediğini söylüyor bu rapor.
Bu durum depreme karşı alınması gereken önlemlerin 20 yıldır planlanmış olmasına rağmen bir türlü hayata geçirilmediğine dair örneklerden biridir.
Bu eylemsizlik hali sadece riskli yapı tespiti meselesi için geçerli değildir. İmar affından, toplanma alanlarına, risk haritalarından, kentsel planlamaya, sismik ve jeolojik araştırmalardan yeni teknolojik gelişmelere, yeni malzeme kullanımına, hukuki sorunlardan, mevzuat altyapısına, eğitimden yetkinleşmeye kadar pek çok konu, üç aşağı beş yukarı aynı durumdadır.
Değerli meslektaşlarım,
Telafisi mümkün olmayan iki tane kayıp vardır: Birincisi Yaşam. İkincisi Zaman.
22 yıldır yerimizde sayıyor olmanın bedelini yurttaşlarımız canlarıyla ve mallarıyla ödüyorlar
Değerli meslektaşlarım, dostlarım,
İnanmaktayım ki,
Gün gelir yaşanan bu saçmalıkların hepsi son bulur.
Meslek alanlarımızdaki sorunlar çözülür. Tahrip ve talan edilmiş doğa yeniden yeşerir. Yaşanabilir ve güvenli kentler kurulur. Verimli ve geri dönüşümlü enerji üretilir. Kolay, ucuz, rahat ulaşım imkanları oluşur. Yeni bir düzen kurulur, evinde işinde geleceğe güvenle bakan müreffeh ve mutlu bir toplum yaratılır.
Sarılmayacak yara yoktur
Yeter ki, bu ülkede tam ve gerçek bir demokrasi kurulsun, evrensel değerler, evrensel ilkeler ve evrensel hukuk hakim olsun.
Yeter ki, ağzımızdaki toplumsal barış lafı, tüm din, dil, ırk, inanç, mezhep, renk, cinsiyet farklılıklarını kapsasın.
Yeter ki, gelir dağılımı adil olsun, insan yaşamı kutsal olsun. İnsan haklarıyla birlikte insan olsun.
Yeter ki, tükenmesin umutlar
Büyük usta Nazım Hikmetin dediği gibi;
Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir.
Karanlıkları dağıtacak olan bilimin ışığıdır.
Selam olsun bilimin aydınlattığı yolda yürüyen meslektaşlarıma,
Selam olsun bu yolda beraber yürüdüğümüz dostlarımıza,
Genel Kurulumuzun kutlu, umutlu ve başarılı olması dileğiyle
Hepinize saygılarımı sunuyorum.