TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası 47. Olağan Genel Kurulu 19-20 Eylül 2020 tarihlerinde, Ankara`da gerçekleştirildi.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı`nın ardından Genel Kurulun Divan Başkanlığına Ülkü Özer yardımcılıklarına Melek Gözde Hoşafcı ve Jale Alel, yazman üyeliklere de Buket Çelik ve Ezgi Çimen seçildi.
Gündemin onaylanmasının ardından Oda Başkanı Cemal Gökçe Genel Kurulun açılış konuşmasını yaptı. Genel Kurula TMMOB Başkanı Emin Koramaz, KTMMOB Başkanı Seran Aysal, KTMMOB ve İMO Başkanı Gürkan Yağcıoğlu`nun gönderdiği mesajlar okundu.
Komisyonların seçiminden sonra İMO Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Kaya`nın Çalışma Raporunu, İMO Sayman Üyesi Bülent Erkul`un Mali Raporu ve Denetleme Kurulu Başkanı Kemal Şeyhmus Karahan`ın Denetleme Kurulu Raporunu sunmasıyla devam etti.
Sunumların ardından delegeler söz alarak görüş ve düşüncelerini ifade ettiler. Daha sonra 46. Dönem Yönetim Kurulu oy birliği ile aklandı.
Genel Kurul tarafından çalışma komisyon raporları ile 47. Dönem bütçe önerilerinin görüşülüp karara bağlanmasının ardından Oda Kurulları için adaylar tespit edilip tutanağa bağlanarak ilan edildi.
Genel Kurul tarafından oluşturulan heyet Anıtkabir`i ziyaret ederek Odamız adına resmi tören düzenlendi.
20 Eylül 2020 Pazar günü, 47. Dönem Yönetim Kurulu ve ilgili organların seçimleri gerçekleştirildi. Seçimlerin sonucunda Oda Yönetim Kurulu üyeliklerine Taner Yüzgeç, Jale Alel, Sıdıka Gülsun Parlar, Selim Tulumtaş, Özer Akkuş, Levent Darı, Veysel Özkan seçildi.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe`nin 47. Dönem Genel Kurulunda Yaptığı Konuşma.
Değerli Meslektaşlarım, Bugün Oda`mızın 47. Dönem Genel Kurulunu yapmak için toplanmış bulunuyoruz. Örgüt içi demokrasimiz ve dayanışma duygularımızı daha da geliştirmenin yollarını arayacağız.
Meslektaşlarımız ve Odamız için yeni bir dönem başlayacak. Önümüzde bulunan sorunlar yetersizmiş gibi, bu sorunlara bir de sağlık sorunu eklendi. 3-4-5 Nisan tarihlerinde yapacağımız Genel Kurulumuzu 6 ay gecikmeyle yapıyoruz. Özel olarak inşaat mühendislerinin, genel olarak da tüm teknik gücümüzün sorunlarını tartışacağız.
Ekonomik krizi, işsizliği ve yoksulluğu tartışacağız. Yaşamımızı anlamlı kılması gereken demokrasiyi, demokratik katılımı ve barış içinde bir arada yaşamayı konuşacağız. İnşaat mühendisliği hizmetlerini, eğitimini, yolları, köprüleri, depremi, su taşkınlarını, kentlerimizi ve yapılan yatırımların amaca uygun olup olmadığını tartışacağız. Bizler, bilimin gücünü aklıyla birleştirerek tekniğin en iyi şekilde kullanılmasını sağlayan insanlarız. Meslek alanımızdaki uzmanlaşma ve yetkinleşme konuları da önceliklerimiz arasında yer almaktadır. Mesleki bir yetkinlik, etik bir anlayış, geniş bir iş birliği içerisinde bir bilen olarak davranmak durumundayız.
Dünya Sağlık Örgütü 12 Mart 2020 tarihinde, Covid-19 hastalığını "salgın" olarak ilan etti. Tüm dünyada ve ülkemizde alınan önlemlerle salgının kontrol altında tutulabileceği düşünüldü. Ne yazık ki bu önlemler yeterli olmadığı gibi kısa da sürdü. Üstelik umreden gelenlerin ülkemize yayılmaları ve gerekli karantina koşullarının sağlanamaması nedeniyle de hastalık giderek arttı. Ayasofya`nın açılışı nedeniyle binlerce insanın İstanbul`a gelerek yakın temasta bulunmaları, Giresun sel afeti nedeniyle toplanan insanlara çay atılması bulaşıyı oldukça artırdı. Ayrıca turizm ve bayram nedeniyle ortaya çıkan hareketlilik Koronavirüsünün daha da artmasına neden oldu. AVM`lerin, restoran, kuaför ve benzeri hizmet alanlarının kontrolsüz ve denetimsiz bir şekilde açılması, inşaat şantiyeleri ve fabrikalarda sağlıksız koşullarda yapılan çalışmalar hastalığın yayılması için tuz biber oldu. Özellikle, büyük kentlerde mesai saatlerinin farklılaştırılmaması, çalışmak zorunda olan birçok insanımızın toplu taşıma kullanmaları da virüsün yayılmasını kolaylaştırdı.
Başta Tabipler Odası olmak üzere birçok bilim insanının bilgiye ve deneyime dayalı önerileri ve dayanışma istekleri yönetim tarafından sıcak karşılanmamış, hastalık kontrol edilemez bir duruma gelmiştir. Üstelik her gün birkaç sağlık emekçisi yaşamını yitiriyor. Yoğun çalışma koşulları nedeniyle sorunları giderek artıyor. Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve birçok kamu hastanesinin kapatılması nedeniyle salgınla baş etmek giderek zorlaşıyor. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan hasta sayısı ve ölüm olaylarının gerçeği yansıtmadığı, Tabipler Odası tarafından sürekli olarak tekrarlanıp önerilerde bulunuluyor. Sağlık ve salgın afetinin bilgi liyakat ve dayanışma ekseninde kontrol altına alınıp çözülebileceğine vurgu yapılıyor. Zaman Tabipler Odasını haklı çıkarıyor. Fakat salgın kontrolden çıkmış durumda. Buna rağmen Tabipler Odası eleştiriliyor, gereği yapılsın deniyor!
Bu koşullar altında Genel Kurulumuzu yapıyoruz. Gerekli önlemlerin olabildiğince alındığını düşünüyoruz. Ankara`ya geliş ve gidişlerinizde de bir sorunla karşılaşmamanız en büyük dileğimizdir. Buradan sağlıklı dönmeniz son derece önemli ve değerlidir.
Sevgili Meslektaşlarım, Bugün 19 Eylül. Bundan 41 yıl önce, 19 Eylül 1979 tarihinde Türkiye`nin 55 farklı ilinde, TMMOB`nin çağrısıyla bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirilmişti. Ekonomik ve demokratik taleplerle ilgili olarak eylem çağrısı yapılmış, bu çağrıya diğer teknik eleman ve emekçiler de destek vermişti. Bu eylem, maden ocaklarından enerji santrallerine, fabrikalardan şantiyelere, limanlardan üniversitelere kadar yayılmıştır. 19 Eylül tarihi, ülkemiz için düşünen, planlayan, üreten mühendis, mimar ve şehir plancılarının kendi öz güçlerinin farkına vardığı tarihtir. Ben de İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olarak, hazırlanan bildiriyi sabahleyin İstanbul İller Bankası`nda, öğleden sonra da İstanbul Sular İdaresinde okumuş ve konuşmuş olanın onurunu taşıyorum. Bugün, benim için de anlamlı bir gündür. 19 Eylül, "TMMOB, Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Dayanışma Günü" olarak kutlanmaktadır. 46. Dönem Yönetim Kurulu olarak meslektaşlarımızın dayanışma gününü kutluyoruz.
Meslek Odaları ve Odamız yapılan yönetmelik değişiklikleriyle yetkisizleştirilip etkisizleştirilmiştir. LİYAKAT sistemi tümüyle ortadan kalkmış, işe göre insan yerine insana göre iş ilişkisi bir sistem haline gelmiştir. Özelleştirme uygulamaları ve neoliberal ekonomik programlarla sosyal devlet anlayışı terk edilmiştir. Bu nedenle teknik elemanların ekonomik ve sosyal durumları daha da sıkıntıya girmiştir. Kamusal yarar anlayışı göz ardı edilmiş, rant hırsı bilim ve tekniğin önüne geçmiştir. Yargı kararlarına rağmen mühendislik hizmetleri birer formaliteye dönüştürülmüştür. Mühendislik ve toplumsal yaşamda adalet duygusunun ortadan kalkması, çalışanların işlerine motive olmalarını engellemektedir. Ekonomik kriz nedeniyle yatırımlar durmuş, genç meslektaşlarımız büyük oranda işsiz kalmışlardır.
Ülkemizin kötü yönetilmesi ve KÖİ projeleri ekonomik krizin önemli nedenlerinden biridir. Demokratik yapımız sadece gelirlerin nasıl kullanılacağı ile ilgili değil, siyasi sorumluluk açısından da bozulmuştur. Çünkü KÖİ projelerinin siyasal zemindeki faturasını sözleşmeyi imzalayanlar değil halkımız, yani bizler ödemekteyiz. Şehir hastaneleri, köprü, otoyol ve havalimanları başta olmak üzere çok sayıda proje KÖİ sözleşmeleriyle yapılmıştır. Bu sözleşmeler gizli tutulup açıklanmamaktadır. Bu projelerle ilgili şirketlere 25 yıla kadar ödeme taahhüdünde bulunulmaktadır. Sözleşmelerin fes edilmesi çok yüklü tazminatı gerektirmektedir.
Köprülerden geçsen de geçmesen de, uçağa binsen de binmesen de, hastaneye yatsan da yatmasan da, ilgili otoyolları kullansan da kullanmasan da bu paralar ödenmektedir.
Bugün oldukça kötüleşen sadece ekonomik ve sosyal koşullar değildir. Ülkemizin içinde bulunduğu siyasal koşullar her geçen gün daha da sorunlu hale gelmiştir. 15 Temmuz sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal Rejimiyle görevlerinden uzaklaştırılan insanlarımız halen görevlerine dönememişlerdir. Örgütlü toplumsal kesimleri susturmak için sürekli olarak yasalar ve kararnameler çıkarılmıştır.
Barolar yasası değiştirilmiş, Tabipler Odası, TMMOB yasası ve diğer Meslek Odaları Yasası değiştirilmek için kenarda tutulmaktadır. Bugün; insan hakları, hukukun evrensel ilkeleri ve adalet talebi toplumun tüm kesimlerinin en büyük ihtiyacı haline gelmiştir.
Ömrünü cemaat yapılarıyla, devlete egemen olmak isteyen çetelerle mücadele ile geçiren arkadaşlarımızla yan yana durmayı ve dayanışma içinde bulunmayı bir görev olarak görüyoruz.
2015 yılında Gülen Cemaati darbe girişiminde bulunmamış gibi, bakanlıklar ve devlet kurumları farklı cemaat ve tarikatlar arasında bölüşülmektedir. Milli eğitim programı bilim dışı bir anlayışla yeniden yapılandırılmaya çalışılmaktadır. Kadınların sosyal hayat içindeki varlığı ortadan kaldırılmak isteniyor. Toplumu bir arada tutmanın çimentosu olan laiklik ilkesi yerine mezhepçi uygulamalar toplumumuzu daha da ayrıştırıyor.
Sevgili Meslektaşlarım, Yıllardır doğal afetlerle iç içe yaşıyoruz. Küçük bir doğa olayı bile büyük afetlere neden oluyor. Yapılarımız depremi bile beklemeden kendi kendisine yıkılıyor. Depreme dayanıklı yapılar üretilmesinden daha çok FAY ZONLARI konuşuluyor. Tüm afetlere karşı hazırlıklıyız açıklamaları yapılırken, ÇIĞ altında kalanları kurtarmaya gidenler ÇIĞ altında kalıp yaşamlarını yitiriyor. Onları oraya gönderenler, bir klakson sesinin bile kar yığınını harekete geçireceğini bilmiyorlar. Açıkçası tüm yaşadıklarımız ne afet öncesine, ne anına, ne de sonrasına hazırlıklı olunmadığını açıklıkla ortaya koyuyor.
Çorlu Tren kazasında 25, Ankara Eryaman Tren kazasında 10 insanımızı kaybettik. Trafik kazalarında yaklaşık olarak her yıl 7000 den fazla insanımızı kaybediyoruz. Kartal`da kendi kendisine yıkılan YEŞİLYURT Apartmanında 21 insanımızı kaybettik.
Doğal olayların yanında, doğal olmayan olaylar da yaşıyoruz. Sakarya Hendekte Havai Fişek Fabrikasında 6. kez patlama oluyor, 7 insanımız yaşamını yitiriyor. Enkazdan arta kalan havai fişekleri başka yere naklederken bir patlama oluyor 5 insanımız yaşamını yitiriyor. Giresun`da yaşanan sel ve su baskınları 18 insanımızı yok ediyor. Durmadan aynı şeyler tekrarlanıyor. "Yaralarınızı sarmaya geldik" deniyor. Yıllardır sarılan yaralara yeni yaralar ekleniyor. Can kayıplarının yara sarması olmaz. Gerek doğa olaylarının gerekse insan ve teknolojiden kaynaklanan olayların sonuçlarıyla uğraşıyoruz. Doğa olaylarına karşı önceden risk giderici önlemler almayıp, afetlerle karşılaşınca yara sarmaya çalışıyoruz.
Sevgili Meslektaşlarım, Demokratik parlamenter sistemin askıya alınmış olması, tekçi bir rejimin ülke hayatını yönetip yönlendirmesi sorunların tartışılmasını ve çözüm üretilmesini engelliyor. Yoksulluk, açlık ve işsizlik tarihi rekora doğru koşuyor. Genç işsizlik %30`lara dayanmış. Yeni mezun meslektaşlarımız asgari ücretle bile iş bulamazken, 24 milyonu aşan istihdam 20 milyona gerilemiş. Nüfus artıyor, istihdam düşüyor. Kadın cinayetleri ve iş kazalarından kaynaklanan acılar her geçen gün artıyor. Sorunlar azalmıyor giderek çoğalıyor.
Ülkemizde adalet ve hukukun evrensel ilkelerini yok sayılıyor. Demokrasi, demokratik katılım ve barış içinde bir arada yaşama anlayışı giderek askıya alınıyor. Diyarbakır, Urfa ve Mardin Belediye Başkanları görevlerinden alınarak halkın demokratik iradesi yok ediliyor. Dağ gibi büyüyen sorunlarımız giderek büyüyor. Ülkemizde kutuplaşma artırılarak sorunlar çözümsüz bırakılıyor. Kutuplaştırmadan yararlanılarak demokratik haklar iyice tırpanlanıyor.
Birkaç gün önce 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin 40. yılını geride bıraktık. Bu darbeyle 50 kişi idam edildi. Binlerce insanımız işkenceden geçirildi, işinden oldu ve yurttaşlıktan çıkarıldı. TBMM kapatıldı, Anayasa ortadan kaldırıldı. Bugüne kadar yaşadıklarımız göstermiştir ki; askeri darbeler, otoriter rejimler ülkemize büyük zararlar vermiştir. Bütün yetki ve güç kullanımının tek kişide toplanmasının ülkemize getireceği bir yarar yoktur.
Bugün de büyük ölçüde derinleşen sorunların çözümü, demokrasinin ve özgürlüklerin önünü açmaktan geçer. Sorunlarla yüzleşmekten kaçınılamaz.
Değerli Meslektaşlarım, Bizler, bilimin gücünü aklıyla birleştirerek tekniği en iyi şekilde kullanması gereken insanlarız. Meslek alanımızdaki uzmanlaşma ve yetkinleşme konuları her zaman önceliklerimiz arasında yer alıyor. Fakat bugün ülkemizde yaşamış olduğumuz iç ve dış olaylar geleceğe ilişkin umutlarımızı azaltsa da meslektaşlar arası birlik ve dayanışmanın gücü sorunlarımızın çözümünü mutlaka kolaylaştıracaktır. Toplum, tüketici olarak her konuda olduğu gibi bu konuda da kalite ve güvenliği aramaya başladığı zaman sorunun önemli bir parçası çözülmüş olacaktır. Fakat ülkemizde bilime, mühendisliğe ve bilgiye dayalı LİYAKAT sistemi tümüyle ortadan kalkmıştır. Herkes her şeyi bilir ve bilmediklerini de konuşur hale gelmiştir.
Dünyanın birçok ülkesi "Endüstri 4.0" geride bırakıp daha ileri bir teknolojiye geçmeye çalışırken, ülkemizin; "Bilim, Teknoloji, Mesleğimiz ve Demokrasi" konusunda geldiği yeri sorgulamak gerekiyor. Hamasetle değil, olguları tartışarak, neden sonuç ilişkisini ortaya koyarak tartışmak gerekiyor.
Bilim ve teknoloji uzun dönemli ekonomik ve toplumsal gelişmenin en önemli unsurlarından biridir. Bilim ve teknoloji politikaları ise bu gelişimin hızını ve yönünü etkilemenin bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada ekonomik, sosyal ve endüstri alanında gelişmiş ülkeler uzun erimli toplumsal, ekonomik ve siyasi hedefleri ile uyumlu bir bilim ve teknoloji vizyonu geliştiriyorlar. Ar-Ge yatırım ve çalışmalarına önem veriyorlar. Robotların ve yapay zekanın giderek hakim hale geldiği dünyamızda disiplinler arası entegrasyonun giderek önem kazandığı görülüp anlaşılıyor
Ülkemiz için tek stratejik seçenek bilim, teknoloji ve teknolojik yenilikte yetkin olmaktır. Bu yetkinliği kullanarak, gelecek kuşaklara ve toplumun tüm katmanlarına yaşanabilir bir dünya bırakmaktır. Bu birikime ve yetkinliğe sahip olmadığımız takdirde ülkemiz için kabul edilebilir bir gelecek yoktur. Dünyamızdaki rekabet üstünlüğü yarışı ve ortamında bilim, bilgi ve teknoloji üretiminde önde olan ülkeler, gelir paylaşımında da ön sırayı alıyorlar. Aynı zamanda bilim ve teknolojide gelişmiş olan ülkeler dünyanın yönetiminde söz ve karar sahibi oluyorlar.
Bugün ülkeler yazılım programlarıyla yeni kodlama, yeni bir algoritma yaratıyorlar. Farklı olmanın ve farklı düşünmenin yollarını arıyorlar. Sektörlerden daha çok, sektörleri dönüştürecek teknolojilere odaklanıp yatırım yapıyorlar. Yaşam bilimlerine, malzeme bilimlerine ve bilgi-iletişim teknolojilerine önem veriliyor. Ülkemizi yönetenler uzun bir süredir üretimi bir yana bırakıp ithalata dayalı tüketim ve inşaat sektörü ile ekonomimizi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Ülkemizin sektör değil, teknoloji seçmeye odaklanması gerekiyor.
Kentlerimizde artık mal ve hizmetlerin kullanım değeri değil değişim değeri tüm süreçleri yönetip yönlendiriyor. İşin ticaret boyutu ihtiyaç temelli üretimin önüne geçiyor. Neredeyse tüm ekonomik ve üretim sistemi konut üretimine kilitleniyor. Oysa bugün boş olan binlerce konut var.
Eğitim düzeyi geçmişten çok daha kötü durumda. Öğrenci sayısının fazlalığının yanında öğretim kadroları da oldukça yetersiz. Okulların fiziki şartları uygun değildir. Ayrıca üniversitelerde özgür ortamların olmaması, öğrencilerin yaratıcı bir düşünceye sahip olmalarını engelliyor. Bilim, bilgi ve teknoloji ancak özgür bir ortamda yükselir.
Ülkemizin olumlu ve olumsuz anlamda ciddi bir birikimi ciddi bir geçmişi var. Oysa, geçmiş yokmuş gibi her şeye yeniden başlanıyor. Sürekli olması ve giderek artması gereken dayanışma ve mücadele alanları gerilerken, kimi zaman mücadele ediliyormuş gibi yapılıp özden uzaklaşılıyor. Bu durum insanlarımızı çaresizlikle baş başa bırakıyor. Mücadele ortamından uzaklaştırıyor.
İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerimizde yaşam kalitesi giderek düşüyor. Beklediğimiz deprem afetinin yanına yeni afetler ilave ediliyor. Ulaşım sorunu, hava kirliliği, ısı adalarının oluşması, sel ve su baskınlarının ortaya çıkması, yapıların deprem riskinin giderilememesi, sosyal ve toplumsal olayların artması büyük bir sorun olarak varlığını sürdürüyor.
Geriye dönüp baktığımızda özellikle 1970`li yıllardan bugünlere gelen ve ülkemizi yöneten bir anlayış var. 12 Eylül anlayışı ve anayasası var. Güdümlü, planlı, programlı 15 Temmuz anlayışı var. Ülkemizin geri kalmasında ve bağımlılık zincirini kıramamasında; ülkemizi 15 Temmuz`a götüren yönetimlerin siyasal, toplumsal ve kültürel alanda yaptıkları düzenlemelerin ve yönetim biçimlerinin büyük payı var. Bu yönetimler özellikle günü yaşayan ve halkımıza anı ve günü yaşatarak geçmişinden koparan bir toplumsal yapının ortaya çıkmasından sorumludurlar.
Bugün ülkemizde bulunan düzen, geçmişten gelerek geleceğe uzanması gereken yaşanmışlıkları silip yok etmeye çalışıyor. Toplumun direnme gücünü ve hafızasını yok ederek her şeyi o anla veya kendisiyle sınırlı görüyor. Dünü bugüne taşıyamadığı için geleceğe dair yeni öngörüler oluşturamıyor.
Bugün yapılan inşaatlarda karşımıza çıkan ve bedeli daha çok işçi ve mühendis ölümü olan; "daha hızlı, daha hızlı iş yapma anlayışı" ne ise; hızlı tüketen ve mutlu olmayan bir toplumsal yapıyı ortaya çıkaran anlayış da odur. Mühendis giderek ülkesine ve mesleğine karşı yabancılaşarak kendisini değersiz bir varlık olarak görmeye başlıyor.
Değerli Meslektaşlarım, 2020 Yükseköğretim Kurumları Sınavı sonuçlarına göre İnşaat Mühendisliği Lisans programlarının kontenjan sayısı 8487, yerleşen öğrenci sayısı 5197`dir. Belirlenen kontenjanın %62.2`si kayıt yaptırmıştır. 2019 yılında belirlenen kontenjan sayısı 12344, kayıt yaptıran öğrenci sayısı ise 7164`te kalmıştır. Yüksek öğretim kurumlarından İnşaat Mühendisliği Lisans programlarının doluluk oranı %58 olmuştur. Kontenjanlar %31 oranında düşürülmüş olsa bile İnşaat Mühendisliği Lisans programını seçen öğrenci sayısı oldukça azalmıştır. 2017 yılında 10790 öğrenci, 2018 yılında 11638 öğrenci, 2019 yılında 7160, 2020 yılında ise 5197 öğrenci kayıt yaptırmıştır.
Kontenjanlar düştüğü halde kontenjanların dolmaması, mesleğimizin giderek değersizleştiğinin bir ifadesidir.
Ayrıca soran, sorgulayan, neden sonuç ilişkisi arasında bağ kuran bir öğrenim yerine, ezbere dayalı olarak yürütülen bir eğitim sistemi var ülkemizde. Aklı doğru kullanmak, merak etmek, kanıt aramak ve sorgulamak gibi hayatın kendi değerleri eğitim sistemimiz içinde yer almıyor. Bu durum, bilim ve teknolojik gelişmenin ilerlemesini engelliyor. Açıktır ki, bilim ve teknolojik gelişmenin olabilmesi için öncelikle özgür bir ortamın olması gerekir. Üniversitelerimizde özgür bir ortam yoktur. Bu nedenle bilim üretimi yok, diploma üretimi çok.
Birçok ülkede inşaat mühendisi oranı ülke nüfusuna göre 1/1300-1400 iken, bizim ülkemizde bu oran 1/550`dir. YÖK ile yapmış olduğumuz görüşmelerden bir sonuç alamadığımızı belirtmek isteriz. Yaşam memnuniyetinde, insani gelişmişlik ve basın özgürlüğü sıralamasında, küresel barış endeksinde, basın özgürlüğü sıralamasında ne yazık ki Avrupa ve Dünya sıralamasında son sıralarda yer alıyoruz. İş kazaları ve işçi ölümlerinde, uluslararası şeffaflık örgütüne göre yolsuzlukta, kadın ve genç işsizliğinde, kadın erkek eşitsizliği ve kadın cinayetlerinde ise ilk sıralardayız.
Değerli Meslektaşlarım, Odamız ve meslektaşlarımız açısından geride bıraktığımız iki yıl oldukça zor geçti. Bu zorluğun bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Büyük bir borç altında olan ülkemizde yatırımların önü kısa zamanda açılamayacak gibi görünüyor. Oysa kentlerimizde var olan yapı stoku alarm veriyor. Ciddi bir deprem riski taşıdıklarını gördük yaşadık. Bu nedenle ülkemizin kaynakları öncelikli olmayan yerlere değil, önceliği olan yerlere harcanmalıdır. Bir yandan kentlerimizde bulunan güvenli olmayan yapı stoku güvenli hale getirilirken, diğer yandan kaynaklarımızın öncelikli olan yerlere kullanılması yeni yatırımların önünü açarak işsizliği azaltabilir.
Zor koşullara rağmen geçtiğimiz iki yılda şubelerimizle birlikte önemli çalışmalar yapıldı. Çalıştaylar, kongreler, konferanslar, paneller ve sempozyumlar düzenledi. Yapılan meslek içi eğitim semineri ve kurslarıyla meslektaşlarımızın bilgilerinin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunuldu.
Yapı denetiminden kentleşmeye, inşaat yönetimine, su ve enerji konularına, depreme karşı güvenli yapı üretilmesine, ulaşım ve ulaşımın sorunlarına, 3. Köprü, Osmangazi köprüsü, Çanakkale Köprüsü, 3. Havalimanı, Avrasya Tüp Tüneli, Kanal İstanbul, sağlıklı kentleşmenin yaratılması ve kentsel dönüşüme kadar çok çeşitli konular gündemimizi oluşturdu. Kamu yararını önceleyen çalışmalar yapıldı.
Altını önemle çizmek gerekir ki devlet kurumlarının işleyiş ve örgütlenme biçimi hukuk ve insan haklarının üstünlüğü temelinde ele alınmadığı sürece; kurum ve kuruluşların uzmanlıkları dikkate alınmadıkça, kurumları ele geçiren güçler kendi öznelliklerini kullanırlar. Kendilerinden yana olanlar ve kendilerinden yana olmayanlar anlayışı; mesleğimizi ve meslektaşlarımızı çok ilgilendiren LİYAKAT konusunun önüne geçer. Ne yazık ki 15 Temmuz öncesi liyakat sahibi olmayanlar ülkemizin kurumlarını teslim aldılar. Ticaret ve zengin olma kaygısı, rant kaygısı, siyasete hakim olma kaygısı teknik ve mühendislik kaygısının önüne geçti. Mühendisliğin etik ve ahlakına bağlı olan arkadaşlarımız mesleklerini yapamaz hale geldiler. Yapmış oldukları plan, program ve çalışmalar yok sayıldı. Farklı düşünenler görevlerinden uzaklaştırıldı. Bu olumsuzluklar kentlerimizin gelişim ve değişimini etkiledi. Kentlerimiz bilimin ve mühendisliğin yol göstericiliğinde sağlıklı bir şekilde gelişemedi. Kentlerimiz yaşanmaz bir hale geldi.
7 Mart tarihinde Harun KARADENİZ için İstanbul`da bir etkinlik düzenledik. Harun KARADENİZ`İ anmaya ve anlamaya çalıştık. Kısa yaşamı boyunca sürekli olarak üreten bir öğrenci lideri ve meslektaşımız. "Biz mühendisler için tek yol kim için ve ne için çalıştığını bilerek, emekçi halkımızın yararına üretim yapma olanaklarını aramaktır" diyor.
Biz de diyoruz ki; bilimin gücünü aklıyla birleştirerek tekniğin en iyi şekilde kullanılmasını sağlayan insanlarız. Bu nedenle, meslek alanımızdaki uzmanlaşma ve yetkinleşme konuları önceliklerimiz arasında yer almaktadır. Mesleki bir yetkinlik, etik bir anlayış, geniş bir iş birliği içerisinde, kamu yararını önceleyen bir bilen olarak davranmak durumundayız.
Bugün her zamandan daha çok birliğe ve birlikte mücadele etmeye ihtiyacımız var. Kavrayıcı ve kapsayıcı bir anlayışla birliğimizi geliştirmek gerekiyor. Gerek toplumsal ölçekteki hak kayıplarımızı gidermek, gerekse meslek alanımızdaki kayıplarımızı yeniden kazanmak için birlik ve dayanışma içinde olmaya ihtiyacımız var.
Bilimi, tekniği ve mühendisliği insan yaşamının odağına koyarak hizmet üretmeye çalışan meslektaşlarımızın yolu açık olsun. Kamu yararını kişi ve grupların önünde gören, ticari kaygıyı teknik kaygının arkasına atarak hizmet üreten meslektaşlarımızı kutluyoruz.
Geçtiğimiz dönemlerde birlikte çalıştığımız kurul ve komisyonlarda görev alan meslektaşlarımıza, şube yöneticisi, şube sekreteri ve çalışanlarına, Odamızın genel sekreter yardımcıları ve tüm çalışanlarına emek ve katkıları nedeniyle çok teşekkür ediyoruz. 19.09.2020 47. Dönem Oda Yönetim Kurulu Üyesi olarak seçilen Taner Yüzgeç`in 47. Olağan Genel Kurulunda yaptığı konuşması:
Sayın Başkan, Divanımızın değerli üyeleri, Saygı değer meslektaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle 46. Dönem Yönetim Kuruluna yaptıkları çalışmalardan dolayı teşekkürü bir borç bilirim. Zor dönemde iş yaptılar.
Değerli meslektaşlarım, Hem ülke olarak hem de İnşaat Mühendisleri camiası olarak büyük sorunlar yaşadığımız şu günlerde, üstelik pandemi koşullarında buradaki birlikteliğin anlamının daha da önemli olduğunu düşünüyorum.
Değerli dostlarım devasa sorunlarla karşı karşıyayız.
Bir yanda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü en derin ekonomik kriz,
Diğer yanda pandemi nedeniyle yaşanmakta olan ve her geçen gün daha da derinleşen sağlık krizi,
Öbür yanda, hem dışarda hem içerde savrulan ve savruldukça sertleşen, otoriterleşen, adaletsizleşen, dışlayan, yasa tanımayan, bir politika ve bu politikaların yarattığı siyaset krizi, Diğer yanda, rasyonalitesini yitirmiş, tarafsızlığını yitirmiş, güvenirliğini yitirmiş, işlevini yitirmiş ve kadroları siyasi yandaşlık ve tarikat üyeliği vasfına göre doldurulmuş devlet kurumları ve dolayısıyla yaşanmakta olan bir devlet krizi,
Bir diğer yanda, başta kadın cinayetleri olmak üzere ve sanki bir ideolojik merkezden pompalanıyormuşçasına toplumun genelinde yaygınlaşan şiddet ve taciz eylemleri ve tüm moral değerlerin erozyona uğrayıp fırsatçılık, bencillik, hoşgörüsüzlük ve saygısızlığın yaygınlaştığı ahlaki bir kriz.
Bu krizlerin aynı anda yaşanıyor olması toplumsal bir buhranla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Bu buhrandan yurttaş olarak hepimiz etkileniyoruz. Peki, ama bir İnşaat Mühendisi olarak etkilenmiyor muyuz?
Elbette ki etkileniyoruz...
Evet, özellikle ekonomik krizin görünür olduğu 2018 yılından bu yana genel işsizlik oranı arttı ve hemen hemen tüm mesleklerde işsizlik can yakıyor, fakat İnşaat Mühendisleri içerisindeki işsizlik artış oranları çok daha yüksek.
Neredeyse her 5 İnşaat Mühendisinden 1`i işsizken bu oran gençler arasında her 3 mühendisten 1`ine kadar yükseliyor. Bu oranlar bir meslek camiasının maddi ve manevi olarak kaldırabileceğinin çok üstündedir.
İşsizliğin böylesine yoğun olması, sadece işsiz kalan meslektaşlarımızı etkilemiyor!
Şantiyelerde, yapı denetimlerinde, bürolarda çalışan emekçi meslektaşlarımızın düşük ücretlerle çalıştırılmasına da sebebiyet veriyor. Üç kuruş paralara özellikle genç mühendislerin imzalarının istismar edilmesine de sebep oluyor.
Hatta kamu kurumlarında çalışan mühendisler bile dışarıdaki bu duruma bakıp, hallerine şükredercesine haklarını talep edemez hale geliyor.
Değerli meslektaşlarım, Geçtiğimiz sene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni akademik yılın açılışında yaptığı konuşmada "Her kişi üniversiteyi bitirdiği zaman iş sahibi olacak diye de bir şey yok." dedi.
Bu söze itirazımız var!...
İnsanlar 4 yılını 5 yılını üniversite eğitimi, meslek eğitimi adı altında geçirecekler, aileler lise yıllarından itibaren bu amaç uğruna birikimlerini heba edecekler, gençler geleceklerini, hayallerini umutlarını bu meslek bu eğitim üzerinden kurgulayacaklar, siz kalkıp "Her kişi üniversiteyi bitirdiği zaman iş sahibi olacak diye de bir şey yok." diyeceksiniz!..
Bunu kabul etmiyoruz!..
İddia ediyor ve buradan siyasilere sesleniyorum ki, bu ülkede bunca işsizliğe rağmen, aynı oranda mühendislik hizmeti açığı bulunmaktadır. Ve eğer bu çarpıklık giderilirse mühendislikte işsizlik sorunu büyük oranda ortadan kalkacaktır.
Yeni mühendislik hizmet alanlarının yaratılmasından bahsetmiyorum, mevcut mevzuat, İhale Kanununu, Yapı Denetim Kanununu, İmar Kanununu uygulansa ve uygulandığı takip edilse işsizlik büyük oranda çözülebilecek durumdadır.
Peki, bir mevzuat var ve fakat neden uygulanmıyor ki, işsizlik, işlevsizlik sorunu yaşanıyor.
Bu sorunun cevabını Ankara`da bir müteahhit derneğinin başkanı son derece sarih bir şekilde veriyor. Bildiğiniz gibi daha geçen sene Yapı Denetim kuruluşlarının atamasının kura usulüne göre yapılması başlatılmıştı. Bahsi geçen müteahhit derneği başkanı bundan yakınarak şöyle bir açıklama yapıyor "... Müteahhitler yaptıkları evi satarken serbest piyasa kuralları işliyor, talep olmadığında gerekirse zararına ev satıyor. Buna karşılık işi yaptırırken fiyat kırımı oluyor diye, yapı denetim firmaları lehine havuz sistemi oluşturuluyor, kotalar konuluyor. Serbest piyasa kuralları yerine katı devletçi kurallar devreye giriyor..." diyor.
Evet, işte mesele bu, yani serbest piyasa düzeninin varlığı ve devamı için sermayenin önündeki her türlü engelin kaldırılması. Onlar açısından sorun, zaten oldukça düşük olan yapı denetim ücretlerinin daha da düşürülmesi değildir. Aynı zamanda denetim faaliyetini zaafa uğratarak imar hukuksuzluğuna zemin hazırlamak ve işsizliğin kronikleşmesini temin etmektir.
Birbirinden ayrı olması gereken projeci, yapımcı ve denetimci grupların, tek merkezde, yani müteahhidin avucunun içinde toplanmasını sağlayacak kaotik ortamların yaratılmasıdır.
İşte bu yüzden, bu zihniyet sahipleri Odaların denetim süreçlerinden tasfiyesi için ellerinden geleni yaptılar. Belediyeler üzerinde baskı kurdular, siyasi iktidar ile birlikte engelleyici yasalar çıkardılar.
Tek amaç Odaların meslektaşı ve kamunun çıkarları doğrultusunda imar düzenine, yapılaşma düzenine müdahale etmesini engellemekti.
Tabi pervasızlık bununla bitmiyor. Daha üç gün önce Ankara`da yapı denetim faaliyeti yapan bir meslektaşımız, imalatın projesine uygun şekilde yapılmasını talep ettiği için şantiyede organize bir şekilde saldırıya uğrayıp darp edilebiliyor. Haydutluk düzeninin ibret verici sonuçları...
Elazığ depreminde, Elazığ`ın içerisindeki ağır hasarlı yapıların çoğunun 2000`li yıllardan sonra yani yapı denetim mevzuatının varlığı dahilinde gerçekleşmiş olması da bu düzenin toplumsal sonuçlarıdır.
Değerli meslektaşlarım, Bugün Ekonomik Krizin yönetimi, Pandemik Krizin Yönetimi ve Afet Yönetimi, birbiriyle oldukça fazla benzerlik ve paralellik göstermektedir.
Siyasi iktidar bloğu, nasıl ki pandemiyle mücadeleyi halkın-vatandaşların bireysel sorumluluğuna yıkarak, açlık mı - hastalık mı ikilemine sokup, sadece iktisadi çıkarları ve iş çevrelerini gözeten önlemler almaya çalışmışsa, afetlere karşı da benzer bir tutum sergilenmektedir. Giresun sel felaketi bunun somut örneğidir. 20 civarındaki yurttaşımızın can kaybı yıkılan köprüler, binalar, yollar gene vatandaşın sorumsuzluğuna bağlanmıştır.
Değerli meslektaşlarım, Ekonominin lokomotifi olan İnşaat Sektörü ne yazık ki bugün yaşanan krizin de baş müsebbibi durumundadır. Çünkü bu sektör talan ekonomisinin dinamosudur aynı zamanda. Ve ne yazık ki bu talan düzeninin abidevi yapıları olan köprüler, otoyollar, havaalanları ve hastaneler bugünkü kriz koşullarında dahi kamu kaynaklarını sömürmektedir.
İtirazımız ve karşı duruşumuz bunlaradır.
Kuşkusuz ki bunun da bir bedeli vardır.
Nasıl ki geçmişte, TMMOB`ye bağlı odaları denetim süreçlerinden tasfiye edip üyesiyle bağlarını koparmaya çalıştılarsa, dün Barolara, bugün Tabipler Birliğine saldırmaktalar. Yarın yine Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği benzer bir tacizle karşılaşacaktır. Ancak sadece solcu mühendis ve mimarları değil mesleğini, yurdunu, doğasını, insanını seven namusuyla yaşamaya çalışan 10 binlerce mimar ve mühendisi karşılarında bulacaktır. Buna inancım tamdır.
Değerli meslektaşlarım, Malumunuz olduğu gibi, barolara yönelik bir operasyonla, sırf seslerini kısıp hukuk alanında kendilerinin sözcülüğünü yaptırmak amacıyla dünyada eşi benzeri görülmemiş Türk Tipi bir baro düzeni kurdular. Gerekçesini de demokratikleştirip katılımı artırmak, siyasetten uzak tutmak olarak koydular.
Fakat yeni Baro kurdurmada umduklarını bulamadıkları gibi, bu işe hevesli birkaç avukatın yaptıkları ilk iş iktidar bloğundaki bir partinin genel başkanını ziyaret edip icazet istemek oldu. Avukatlık cüppesi onun elinden giyindi.
İşte değerli meslektaşlarım, bizden de beklenen budur. Kalemimizi, hesap makinamızı kendilerinin parti siyasetine sunmamızı istiyorlar. Tıpkı medyadaki demagoglar gibi, tıpkı kimi rektörler ve dekanlar gibi, tıpkı bazı cami imamları, kaymakamlar, hakimler, valiler gibi...
Yanılıyorlar tabi ki, bu örgüt tercihini, yarım asırdan fazla bir zamandır ülkeden, halktan, doğadan ve demokrasiden yana yapmıştır bir kere.
Değerli meslektaşlarım, Odamızın en tanınan üyesi herhalde Süleyman Demirel olmuştur. 6 ya da 7 kere Başbakanlık yaptıktan sonra Cumhurbaşkanlığı yapmış ve Türkiye siyaset tarihinin kendisinden en çok bahsedilen ismi olmuştu. Türk sağının duayeni olan Demirel`in, hatırlarsınız Odamızla da oldukça çalkantılı bir ilişkisi olmuştu. 70`li yılların başında Boğaziçi köprüsü yapımı esnasında kent ve ulaşım planlaması açısından yapılan itirazlara karşı, her sağ siyasetçinin yaptığı gibi, o da, "solcuların yapılan her iyi şeye karşı çıktığı" tarzındaki demagojilere sığınmıştı. Meslektaşımız olmasına rağmen mesleki hak kayıpları onun döneminde yaşanmıştı. 70`li yıllarda 10195 sayılı Teknik Eleman Kanununu kaldırarak teknik elemanları 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi kılmıştı. Bunun karşılığında da Odamız onu üyelikten çıkarmıştı. Tüm bunlara rağmen Demirel, TMMOB ile bağını koparmamış, 80 sonrası dönemde TMMOB ve bizim Odamızın davetlerine katılmaya özen göstermişti.
Sağ siyasetin duayen ismi Demirel`in 1992 yılında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği`nin 32. Genel Kuruluna gelerek Başbakan sıfatıyla yapmış olduğu konuşmadan bir parça aktarmak istiyorum. Umarım siyasi takipçilerine bir mesaj olur. "... Biz aslında örgütlü toplum istiyoruz. Örgütlü toplum olmadığı zaman zaten Demokrasi ayakta durmuyor. Demokrasiye herkes sahip çıkarsa ancak, demokrasiyi ayakta tutmak mümkün.
Neme lazım kim ne yaparsa yapsın diyen meslek kuruluşlarıyla demokrasi ayakta durmuyor. O yıkılınca da herkesin üstüne birden yıkılıyor. Yani, nemelazımcılar bir kenarda kalmıyor. Bunun içindir ki, örgütlü toplum, konuşan toplum bizi rahatsız etmez. Çünkü bizim varmak istediğimiz şeydir. Onun içindir ki bizim ayıpsız bir demokrasiyi, eksiksiz bir demokrasiyi ve geçmişin arızalarından temizlenmiş bir demokrasiyi kurma gibi bir görevimiz var..."
Değerli dostlarım aklın yolu bir. Yol gösterenimiz akıl ve bilim olursa bu yolda birlik olmak mümkündür. Aksi takdirde hepimizin üstüne yıkılacak bir çöküntüden hiçbirimiz kurtulamayız.
Değerli meslektaşlarım, devasa sorunlar bizi bekliyor;
Meslektaşlarımızın bizden beklentisi var!
Mesleğimizin bizden beklentisi var!
Toplumun bizden beklentisi var!
Doğanın, çevrenin bizden beklentisi var!
Demokrasi mücadelesinin bizden beklentisi var!
Ülkenin bizden beklentisi var!
Sessiz kalamayız, sessiz kalmayacağız.
Örgütsel birikimimiz ve potansiyelimiz tüm bu beklentileri karşılamaya yetecektir. Yeter ki hep beraber harekete geçirme azminde olalım.
Sözlerime son verirken Genel Kurulumuza başarılar diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum...