17 AĞUSTOS DEPREMİNİN 21. YIL DÖNÜMÜNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN ETKİNLİKLERİMİZ

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasına bağlı şubelerimizin, 17 Ağustos Depreminin 21. yıl dönümü nedeniyle yaptığı açıklama ve etkinlikler

Ankara

7 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK MERKEZLİ DEPREMİN 21. YILINDA YAPI STOKUMUZ GÜVENLİ Mİ? DEĞİŞEN BİR ŞEY VAR MI? DEPREMLERDE ORTAYA ÇIKAN CAN VE MAL KAYIPLARI KADERE BAĞLANAMAZ!

17 Ağustos 1999 Gölcük ve daha sonra yaşadığımız diğer depremler de ortaya çıkan her acının yükünü omuzlarımızda, acısını ise kalbimiz de taşıyoruz

17 Ağustos 1999 yılında yaşanan ve ülke tarihimizin, sonuçları itibariyle, en acı depremlerinden biri olan 7.4 büyüklüğündeki GÖLCÜK Merkezli depreminin üzerinden 21 yıl geçti. Resmi sonuçlara göre 18.873 insanımız yaşamını yitirdi, 23.781 insanımız yaralandı, 328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü. Açıkçası, yapılarımızın %25`i, kullanılamaz hale geldi. %6`sı yerle bir oldu, %7`si ağır hasar, %12`si de orta derecede hasar gördü. Bir milyondan fazla insanımız evsiz kaldı. 17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı. Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon insanımız bu depremin sonuçlarını yakından hissetti. Edirne`den Ağrı`ya, Samsun`dan Antalya`ya kadar her aileye uzak veya yakın ölçüde dokundu. Bu nedenle İnşaat Mühendisleri Odası 17 Ağustos 1999 Depreminin bir "MİLAT" olması gerektiğini ilan etti.

17 Ağustos 1999 Depreminden bu yana 21 yıl geçti. Ülkemiz birçok depremi yine yaşadı! 2003 yılı Bingöl, 2011 yılı Van ve 2020 yılının Ocak ayında yaşadığımız Elazığ-Sivrice Depremleri de sonuçları bakımından oldukça acı oldu. Önemli ölçüde can ve mal kayıpları ortaya çıktı. Yine Çanakkale, Manisa, Muğla- Bodrum, İzmir, Adıyaman, Denizli, Tekirdağ, Bingöl ve Malatya gibi illerimiz farklı büyüklüklerde deprem yaşadı. Can ve mal kayıpları ortaya çıktı. İstanbul başta olmak üzere ülkemizin farklı yerlerinde yeni ve yıkıcı depremlerin olacağını biliyoruz. İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. 17 Ağustos 1999 Gölcük ve daha sonra yaşadığımız diğer depremler de ortaya çıkan her acının yükünü omuzlarımızda, acısını ise kalbimiz de taşıyoruz.

Depremin Ortaya Çıkardığı Sonuçlar Sadece Can Kaybı mı?
Bugüne kadar yaşamış olduğumuz depremler, ülkemizin bir deprem gerçeği ile karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır. 100 yıl içerisinde oluşan depremlerde 110 bin insanımız yaşamını yitirmiş, 700 bin mertebesinde yapımız yerle bir olmuştur. Yaşamış olduğumuz depremler, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu gösteriyor. Bilinmesi gerekir ki depremler sadece can kayıpları ortaya çıkarmaz. Meydana geldikleri bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmayıp oldukça ciddi sorunlar da yaratır. Bulaşıcı ve salgın hastalıklar, yaralanma, psikolojik sorunlar, sakat kalma, pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi, çevrenin bozulması ve çevre sorunları gibi önemli sonuçlar doğurmaktadır. 17 Ağustos Depremi bu sonuçların tümünü ortaya çıkaran bir kent deprem olarak kayıtlara girmiştir.

17 Ağustos Depremiyle birlikte yaşamış olduğumuz depremler ve Ocak 2020 tarihinde yaşadığımız Elazığ-Sivrice Depremi, yapı stokumuzun halen güvenli olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur

Kuzey Anadolu Fay Hattı ve Ülkemizin Deprem Gerçeği
"Kuzey Anadolu Fay Hattı" olarak bilinen ve zaman zaman doğudan batıya, batıdan doğuya ters istikamette yürüyen fay hattı, dünyanın en tehlikeli diri faylarından biridir. Bingöl ilimizin Karlıova ilçesinden başlayıp Marmara Denizi`ne uzanan, oradan da Yunanistan`a geçen bir fay hattıdır. Bu fayın biriktirdiği enerjinin açığa çıkmasıyla oluşan kırılma deprem olarak etkisini göstermektedir. Ayrıca bu fay hattında oluşan her deprem başka bir depremi tetiklemektedir. Bu nedenle Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF) üzerinde sürekli olarak depremler olmaktadır. 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Deprem ve 12 Kasım 1999 Düzce Depremi yeni depremlerin habercisi olarak karşımızda durmaktadır. KAF`ın Marmara Denizi içerisinde bulunan önemlice bir kısmı sürekli olarak enerji biriktirdiği için İstanbul başta olmak üzere Tekirdağ, Çanakkale, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Bursa, Balıkesir gibi çevre iller sürekli olarak deprem tehlikesi altında bulunmaktadırlar.

Bu nedenle büyüklüğü 7,4 olan 17 Ağustos Gölcük merkezli deprem; başta İstanbul olmak üzere çevre illeri büyük ölçüde etkilemiştir. En büyük can kayıpları Kocaeli, Sakarya ve Yalova`da yaşandı. 16 ilimiz bu depremden etkilenmiştir. İstanbul`un beklediği depremde diğer illerimizi önemli ölçüde etkileyecektir.

Oysaki ülkemizin tarihinde "MİLAT OLABİLECEK" 1939 Erzincan Depremi var. Bu depremde 32 binden fazla insanımız hayatını kaybetmiştir. 1966 Varto depremi, 1967 Adapazarı, 1970 Kütahya-Gediz, 1971 Bingöl, 1973 Elazığ, 1976 Çaldıran-Muradiye, 1983 Erzurum-Ilıca, 1992 Erzincan, 1995 Afyon-Dinar ve 1998 Adana Ceyhan Depremleri var. Ayrıca tarihsel deprem kayıtları göstermektedir ki Hatay, Bursa, Antalya ve Denizli gibi illerimizde bulunan diri faylar her zaman deprem üretme potansiyeline sahiptir.

Önemli ölçüde bir yıkım yaratan 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Deprem ile 12 Kasım 1999 Düzce Depremleri bir

"MİLAT" olabildi mi? Yeterli ölçüde ders alındı mı?
Yapı Stokunun Mevcut Durumu ve Yapı Üretim Anlayışımız Değişti Mi?
 
17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana 21 yıl geçmesine rağmen, her an deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde, kısa süreli ve acil olan bazı önlemlerin bile alınmadığı, para uğruna var olan risklere yeni risklerin eklendiği görülmektedir. Üzülerek söylemek gerekir ki; deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değiliz.
 
Birçok kentimizin "1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı" yoktur. Olsa bile bu planlar günübirlik kararlarla bozulmakta, yapılmaması gereken yerlere uygun olmayan, kent yaşamını sıkıntıya sokacak yapılar yapılmaktadır. Yerel yönetimlerin uygun görmediği kararları çoğu kez merkezi yönetim olumlu bularak karar vermekte ve giderek kentlerin plan bütünlüğü bozulmaktadır.
 
Bugün İstanbul 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem beklemektedir. Yaşanacak bir deprem ile yapı stokunun en az %25`i kullanılamaz hale gelecektir. Yapı stoku yenilenmeği veya güçlendirilmeği takdirde deprem yıkımının faturası oldukça ağır olacaktır. Oysa İstanbul, Kanal Projesiyle çok daha riskli hale getirilmiştir. 1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı sürekli olarak değiştirilmekte, İstanbul`un en stratejik bölgesi olan bu bölge yeni bir yapılaşmanın cazibe merkezi haline getirilmektedir. Önceden Katar Şeyh`lerinin ve iktidara yakın çevrelerin almış oldukları arsa ve araziler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından plan değişikliği yapılarak İstanbul`un geleceği ranta ve depremin insafına terkedilmektedir! Birçok AVM ve Gökdelenin yaratmış olduğu risklere ilave olarak Kanal Projesi ile yeni risk alanları oluşturulmaktadır. İstanbul, sürekli olarak korku içinde yaşayacağı bir bilinmezliğe ve geleceksizliğe teslim edilmek istenmektedir.
 
Açıkçası deprem tehlikesi altında bulunan kentlerimizde gerek konut nitelikli yapılarımız, gerekse kamu yapılarımızla birlikte endüstri tesislerimizin büyük oranda deprem güvenlikleri yoktur. Özellikle 1999 yılından önce üretilmiş olan yapılar halen varlıklarını sürdürüyorlar. Bu yapıların yıkılıp yeniden yapılmaları veya önemlice bir kısmının güçlendirilmiş olmaları gerekirdi. Son olarak yaşamış olduğumuz Elazığ-Sivrice ve Bingöl-Karlıova depremleri yapı stokumuzun ciddi bir deprem riski altında bulunduğunu bir kez daha göstermiştir. Var olan yapı stokunun deprem riski giderilememiş, "yara sarma" anlayışıyla günün kurtarılmasına çalışılmıştır.
 
Konut nitelikli yapılarımızın yanında okullarımız, hastanelerimiz, endüstri tesislerimiz ve diğer kamu yapılarımız çok büyük oranda güvensizdir. Apartmandan bozma sağlık klinikleri ve okullar önemli ölçüde varlığını sürdürüyor. Apartmanların altında bulunan birçok işyerinin güvenli olmadıklarını ve yaşanacak bir deprem de büyük sorunlarla karşı karşıya kalacaklarını bilmek insanı rahatsız ediyor. Bu yapıların güvenli olmadıkları açıklıkla söylenebilir. Ayrıca teknik ve bilimsel bir sistem bütünlüğü kurulmadığı için 1999 sonrası dönemde üretilmiş olan yapıların güvenli olup olmadığını yaşanacak depremlerle sınamış olacağız. Durmadan yapılan yüksek yapılarla ilgili deprem yönetmeliği bile 1 Ocak 2019 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yapı üretim süreci genel olarak mühendislik ilke ve normlarından uzak tutulmuş, "yap da" nasıl yaparsan yap anlayışı inşaat sektörüne hakim olmuştur.
 
İmar Affı-İmar Barışı
 
Amaç maddesi "yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak" olan 3194 sayılı İmar Kanunu`na Geçici 16. madde eklenmiştir. Türk İmar Tarihinin bugüne kadar ki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talep bile edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmıştır. İşin içerisine oy alma ve siyasi kaygılar girince "AF KONUSU" her seferinde "bu son denilerek" 26 kez yenilenmiştir. 24 Haziran 2018 seçimleri öncesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın öncülüğünde TBMM tarafından oybirliği ile ülke tarihinin en kapsamlı "İMAR AFFI" çıkarılmıştır.
 
Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Sayın ÖZHASEKİ, "Mühendislere 2-3 bin lira verilmemesi için mal sahibinin beyanını esas aldık" diyerek, depremde yıkılacak yapıların yıkılma gerekçesini tartışılmayacak bir şekilde ortaya koymuştur. Açıkçası mühendis ve mimarların yok sayıldığı bir ülke de "güvenli yapı" üretilmesi olanaklı değildir. Mühendisin varlığını, bilgisini, uzmanlığını parayla ölçenleri mühendisler hiçbir zaman unutmayacak ve affetmeyeceklerdir.
 
17 Ağustos Deprem yıkımının 21. Yılında önemle belirtmeliyiz ki: Mühendislik hizmeti almadan kaçak olarak üretilmiş yapıların süresiz olarak yasal hale getirilmiş olması, devletin sorumluluğunda olması gereken can ve mal güvenliği bir kenara atılmıştır. Ayrıca getirilmiş olan imar affı ile; 3194 sayılı İmar Kanunu, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun işlevsiz bir hale gelmiştir. Oysa var olan yapı stokunun ve yeni yapılacak olan yapıların depreme karşı güvenli olmaları gerekir. Depreme karşı önlem almanın ve ortaya çıkacak olan can ve mal kayıplarını azaltmanın ve ortadan kaldırmanın tek çözüm yolu budur.
 
21 insanımızın yaşamını yitirmesine ve 17 insanımızın yaralanmasına neden olan İstanbul Kartal`daki Yeşilyurt Apartmanı hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor. Depremi beklemeden kendi kendisine yıkılan bu yapının enkazı beş günde kaldırılabilmiştir. Ayrıca bu yapının imar affından yararlandığının altını çizmek isteriz. İstanbul gibi kentlerimizin yaşayacağı bir deprem sonrası sokaklara girilemeyecek, çıkan yangınlar söndürülemeyecektir.
 
Temel sorun yara sarmak değil, insanlarımızı yıkılacak yapıların altında bırakmamaktır. Yoksa yıkılan yapıların altında kalan insanlara ulaşarak onları kurtarmanın kolay olmadığını, hatta mümkün olmadığını unutmamak gerekir. "İmar Barışı" denen bu afla deprem güvenliği ve mühendislik mesleği hiçe sayılarak toplumun can ve mal güvenliği yapı sahibinin "beyanına" teslim edilmiştir. Hiçbir yapı sahibi "yapım güvenli değildir diye beyanda" bulunmamıştır. Su havzaları, dere yatakları ya da hazine arazilerine yapılmış olan kaçak yapılar bile af kapsamına alınmıştır. Tüm yasal kurallara uyarak onun bedelini ödeyen konut ve yapı sahipleriyle birlikte, işini doğru yapan mühendis ve mimarlar cezalandırılmıştır. Açıkçası değerler sistemi bir kez daha ayaklar altına alınmış, kötülük bir kez daha ödüllendirilmiştir.
 
17 Ağustos 1999 ve 2011 Van Depremlerinden bile hiçbir dersin çıkarılmadığı görülmüş, para ve oy uğruna halkımızın can ve mal güvenliği tehlikeye atılmıştır.
 
Planlama Yapılaşma ve Kentsel Dönüşüm
 
Nasıl ki 1999 depremleri yapı imalatı ile ilgili dinamiklerin değişmesi ve yapı denetim sisteminin kurulması için bir milat olarak kabul edildiyse, 2011 Van Depremi de "Kentsel Dönüşüm" için milat olarak kabul edildi. 2012 yılında 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu ile yasalaştı.
 
Hafif hasarla atlatılması gereken depremlerde dahi yapıların kullanılamaz hale gelmesi ve can kayıplarının ortaya çıkması, mevcut yapılardaki tehlikenin boyutunu gözler önüne sermektedir. Ülkemizde yaklaşık yirmi milyon yapı bulunmakta, ancak bu yapı stokunun ayrıntılı bir envanteri çıkarılmadığı için depremlerde bir bütün olarak bu yapıların nasıl bir davranış gösterecekleri bilinmemektedir. Depreme karşı kentlerimizi ve binalarımızı hazır hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm projelerinin bu amaca ne kadar hizmet ettiği tartışmalı olmakla birlikte, kamu binalarının akıbeti ise belirsizliğini korumaktadır.
 
"Riskli alan", "riskli yapı" belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluk ve hak kayıplarına yol açmıştır. Depreme karşı yapı stokunu güvenli hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm uygulamaları, yeni sorun alanları yaratmaktadır.
 
Daire alanlarının küçülmesi kat sayısı ve daire sayısının artmasına neden olmakta, aynı sokak ve mahallenin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, aile sayısı ve nüfusun artması kentin demografik yapısını bozarak, fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır. Üstelik kentsel dönüşüm projeleri deprem riskinin fazla olduğu yerlerde değil, kentsel "RANTIN" en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.
 
Çoğu kez insanlar müteahhitlerin insafına bırakılmıştır. Bütünlüklü bir planlama yerine parçacı bir anlayışla yapılar yıkılıp yeniden yapılmakta, kentlerin teknik ve sosyal altyapı sorunları daha da artmaktadır. Bu durum kentlerimizi yeni afetlere açık hale getirmektedir. Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamamıştır.
 
YIK-YAP anlayışı kentsel dönüşümün temel bir mantığı olarak karşımıza çıkmaktadır. YIK-YAP anlayışı; bilimi, bilgiyi, mühendisliği ve kentleşme bilimini yok sayan bir anlayıştır. Bir taşeron ve müteahhit bakışıdır. Özellikle ekonomik krizin büyümesiyle birlikte birçok Kentsel Dönüşüm projelerinin yarım kalması çok fazla mağdur aile yaratmıştır.
 
ÖNEMLE VURGULAMAK GEREKİR Kİ; kentsel dönüşüm; sosyal adalet, sosyal gelişim, sosyal bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunması, zarar azaltma ve risk yönetimi ile birlikte kapsamlı ve bütünleşik bir şekilde ele alınarak yapılmak zorundadır.
 
Neler Yapılmalı?
 
Bir doğa olayı olan depremin ülkemizde afete dönüştüğü yaşanarak görüldü ve öğrenildi. Artık ülkemiz de bilinmeyen bir fay hattı yoktur. Bu faylar biriktirdikleri enerjilerini bir gün mutlaka açığa çıkaracaklar. Sorun açığa çıkan enerjinin yaratacağı depreme karşı dayanıklı yapı üretilmesinin koşullarını yaratmaktır. Durmadan fayları ve depremi konuşmak insanları depremin yıkıcı etkisinden korumaz. Geniş bir seferberliğe, geniş bir işbirliğine ihtiyaç vardır.
 
Profesyonel mühendislik yaşamının düzenleyicisi olması gereken Odamız ve diğer meslek odalarının yetkileri giderek bilinçli bir şekilde azaltılmış hatta ortadan kaldırılmıştır. Meslek Odaları Anayasal kurumlardır. Devlet işlerinin düzenli yürümesi için Anayasal Kurumların işlerini iyi ve doğru yapmaları gerekir. Oysa devleti yönetenler, Meslek Odaları gibi önemli kuruluşların görevlerini yapmaması için her türlü olumsuzluğu onların karşısına dikiyorlar. Bu anlayış sürdüğü müddetçe deprem ve diğer afetlerle baş etmenin olanaklı olmadığını bilmeleri gerekir. Bugünkü yönetim anlayışının devam etmesi durumunda insanlarımız beton yığınları altında kalacak, yara sarma anlayışı ortaya çıkacak olan acıları hiçbir zaman dindiremeyecektir.
 
Oysa bilimsel ölçekte kent planlarının yapılması, mesleki yetkinliğe dayalı yapı denetim sisteminin kurulması, nitelikli bir mühendislik eğitimi koşullarının sağlanması, mühendislik hizmetlerindeki kalitenin yükseltilmesi, İnşaat Mühendisliği Bölüm ve Programlarıyla ilgili kontenjanların azaltılması zorunludur. Yapı güvenliğinin sağlanması için yapılması gereken uygulamalar ve yeni bir "AFET" bilincinin oluşturulması konusu ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile geliştirilebilir. Afet anı ve sonrasına odaklanmaktan daha çok afet öncesine odaklanmak gerekiyor. Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır. Sorun, depremin kendisi değil ranta dayalı uygulanan politikaların doğurmuş olduğu sonuçlardır.
 
Açıklıkla söylenebilir ki bugün ticari kaygı teknik kaygının önüne geçmiş, bilgi, beceri ve liyakat sahibi yöneticilerin yerini şirket ve cemaat ilişkileri almıştır. Meslek Odası, üniversiteler ve endüstri kuruluşları arasında olması gereken işbirlikleri görmezden gelinerek yok sayılmıştır. Bu anlayış değişmelidir.
 
Özellikle İstanbul`da deprem sonrası insanların dışarı çıktıktan sonra gidebilecekleri ve toplanıp ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri boş alan kalmamıştır. Bu alanlar AVM ve gökdelenlere dönüşmüştür. İstanbul başta olmak üzere kentlerimiz 5 (beş) afetle karşı karşıya bırakılmıştır. Sel ve su baskınları doğal bir hal almış, Isı adaları oluşmuş iklim değişmiştir. Havalar düne göre çok daha fazla kirlenmiştir. 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli depremden bu yana 21 yıl geçmiştir. Bir 21 yıl daha beklenmemelidir. Kentlerimiz depreme hazırlıklı hale getirilmeli, deprem vergileriyle toplanan 35 milyar dolar yapı stokunu deprem güvenlikli hale getirmek için kullanılmalıdır.
 
İmar barışı nedeniyle kaçak ve mühendislik hizmeti almayan veya eksik alan yapılar Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin arşivinde toplanmış bulunuyor. Öncelikle kaçak olarak yapılan veya ruhsatlı olup da üzerine yeni kaçak katlar yapılan yapıların yaşanacak bir depremde ayakta kalma şansları yoktur. Bu yapılar öncelikle yıkılmalıdır.
 
Kıt kanaat geçinmeye çalışan insanların yapılarını deprem güvenlikli hale getirmeleri mümkün değildir. Sosyal devlet anlayışı çerçevesinde konut stoku yenilenmelidir.
 
Bir doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşme, tasarım, uygulama ve yapı denetim sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden geçmektedir. Depremle ilgili olarak yapı denetimine ayrı bir vurgu yapmak gerekir. Çünkü yapı denetimi güvenli yapıların üretilmesini sağlayacak ve gelecekte aynı sorunların ortaya çıkmasını önlemenin güvencesidir. Mesleki ve ahlaki yetkinliği dikkate alan ve meslek Odaları tarafından belgelendirilen Mühendis ve Mimarların "Özne olduğu" bir Yapı Denetim Sisteminin kurulması zorunludur. Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanım aşamasına kadar geçen tüm süreçler, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.
 
1 Ocak 2019 tarihi itibariyle yapıların denetimini yapacak olan yapı denetim kuruluşlarının elektronik sistemle belirlenmiş olması doğru bir denetim sisteminin kurulduğu anlamına gelmez. Belli bir birikim ve yetkinliğe sahip olmayan yapı denetim kuruluşlarının "yapı denetim" sürecinde bulunmaları doğru bir denetim yapacakları anlamına da gelmez. Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar geçen tüm süreç, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir
 
Yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olması gereken "Şantiye Şefliği" konusu çözümün değil, sorunun bir parçası olmuştur. Farklı meslek disiplinleri ve uzmanlık alanları dikkate alınmadan şantiye şeflerinin görevlendirilmesi, bilime ve bilgiye aykırıdır. Ayrıca bir şantiye şefinin 30.000 m2`ye kadar 5 inşaatın şantiye şefliğini yapmış olması da doğru değildir. Şantiye şefliği inşaatın her şeyinden sorumlu olması gereken bir mesleki faaliyettir. Buna rağmen 5 ayrı işin şantiye şefliğini bir mühendisin yapma şansı yoktur.
 
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusu sorun olmayı sürdürüyor. İş kazaları ve ölümlü iş kazaları sıralamasında dünyanın önünde gelen bir ülkeyiz. Yapıyı tanımayan fakat İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği uzmanlık belgesine sahip olan insanların yapı alanında işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanı olarak çalışmaları kabul edilemez.
 
"Ruhsatlardan Mühendis ve Mimarların" imzalarının kaldırılmış olması mahkeme kararıyla geri alınmıştır. Deprem başta olmak üzere birçok doğa olayını oldukça sık yaşayan ülkemizin yöneticileri sorun çözen değil sorun yaratan bir sistemin parçası olmuşlardır. Bu durum; mesleki yetkinlik ve kaliteli hizmet üretimini zaafa uğratmıştır.
 
SONUÇ OLARAK
 
Yeni yapılacak olan yapıların, "Bina Deprem Yönetmeliği" dikkate alınarak bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapılması can ve mal güvenliğinin sağlanması bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Var olan yapı stokumuz güvenli olmaktan uzaktır. Üretilecek olan yapılarla ilgili olarak yer seçim kararlarından zemin-yapı ilişkisine, doğru bir tasarımdan, yapı üretim evrelerinin bilgiye dayalı bir anlayışla denetlenmesine kadar bütünlüklü bir yapı üretim sisteminin kurulmasına ihtiyaç var. 17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli Depremden bugüne kadar geçen 21 yıl içinde zaman zaman doğru çalışmalar da yapılmıştır. Fakat yapılmış olan bu çalışmalar ya uygulama alanı bulmamış veya bir süre uygulanarak daha sonra ortadan kaldırılmıştır. Yaşamış olduğumuz orta büyüklükteki bir depremde bile yapıların yıkılması yapı stokumuzun büyük bir riskle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Ayrıca kendi kendisine yıkılan yapıların varlığı ve tümüyle kaçak olarak yapılan yapıların af kapsamına alınmış olmaları da kentlerimizin büyük bir risk altında olduğunun önemli bir işaretidir.
 
Daha güvenli ve yaşanabilir yerleşim yerlerinde yapıların üretilmesi deprem risk yönetiminin temel amaçlarındandır. Bunu sağlamanın en etkili yolu; yerleşim planlarında ana riskleri göz önüne alarak, gerekli düzenlemeleri yapmak ve "Deprem Yönetmeliklerini" ödünsüz bir şekilde uygulamaktır. Deprem yönetmeliğinin ve depreme dayanıklı yapı üretilmesinin ana unsuru inşaat mühendisleridir. Bu nedenle inşaat mühendislerinin iyi yetişmiş olmaları gerekir. Bu duruma rağmen fiziki şartları yetersiz, öğretim kadroları son derece zayıf, laboratuvarı olmayan ve oldukça fazla kontenjana sahip okulların inşaat mühendisliği diploması veren okullara dönüşmüş olması kabul edilemez.
 
Her afetten sonra sık sık yapılan "yara sarma" anlayışından kurtulup; bilimin, tekniğin ve aklın gerektirdiği işleri yapmak gerekir. Bunun için "risk yönetimini" hayata geçirmek zorunludur. Depremin bir doğa olayı olduğu kabul edilmeli ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları "kader" gibi değerlendiren yaklaşımlar terk edilmelidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin afet riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymuştur. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek yol; deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır.
 
Açıkçası bilimsel bir hatta kalarak afetlere karşı dirençli kentler yaratılacağını savunan LİYAKAT sahibi çevreler ile her şeyi arazi ve inşaat rantı eksenine bağlayıp konuya sadece "ticari bir anlayışla yaklaşanlar" arasındaki çatışmayı ne yazık ki rantçılar kazanmıştır. Ülke topraklarını inşaat sektörünün bir arazisi olarak görenler sisteme hakim olmuşlardır. İstanbul başta olmak üzere ülkemizin herhangi bir yerinde yıkıcı bir depremin olma olasılığı yüksektir. Ortaya çıkacak olan can ve mal kayıplarının sorumluluğu; bilimi, bilgiyi ve mühendisliği önemseyenlerin değil rantçıların sırtındadır.
 
Can ve mal güvenliğinin sağlanması için depreme dayanıklı yapı üretmekten başka bir yol yoktur. Bu gerçekten hareketle geleceğimizi kadere ve rantçılara bağlamanın çıkar yol olmadığı acıda olsa anlaşılmıştır. Bilime, bilgiye, mühendisliğe, akla ve insana önem veren uygulamalar sorunun değil çözümün yoludur. 17 Ağustos yıkımının 21.yıldönümünde ilgilileri bir kez daha uyarıyoruz.
 
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Ankara Şubesi Yönetim Kurulu
 
 
Ankara Şube Bolu Temsilciliği: 17 Ağustos 1999 Gölcük Depreminin Yıl Dönümünde: Yeni Bir Trajediden Ne Kadar Uzağız?
İMO Ankara Şubesi Bolu Temsilciliği tarafından 17 Ağustos Depremi`nin 21. yılında bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, "Ülkemiz yapı stokunun güvenilirliği, dün olduğu gibi bugün de tartışmalıdır. Bu durum kontrolsüz şehirleşmeyle de birleştirince olası depremler açısından maddi ve manevi hasara davetiye çıkarır vaziyettedir," denildi.
 
Açıklamanın tamamı:
 
Bundan tam 21 yıl önce, 17 Ağustos 1999 tarihinde Gölcük`te meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem sonucu 19 bine yakın insanımız hayatını kaybetmiş, daha fazlası yaralanmış, 300 binden fazla ev ve iş yeri yıkılmış veyahut hasar görmüştür. Resmi rakamlara göre Bolu`ya bağlı yerleşim yerlerinde de 270 kişi hayatını kaybetmiştir. Deprem, halen faal olan Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde gerçekleşmiş ve Marmara Bölgesi başta olmak üzere ülkenin neredeyse tamamını etkilemiştir. Yaşanan can ve mal kayıpları, ülkemizde ve halkımızda geri döndürülemez çok ciddi maddi ve manevi hasar bırakmış olup ülke tarihinin en büyük trajedilerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
 
Ülkemiz yapı stokunun güvenilirliği, dün olduğu gibi bugün de tartışmalıdır. Bu durum kontrolsüz şehirleşmeyle de birleştirince olası depremler açısından maddi ve manevi hasara davetiye çıkarır vaziyettedir. İmar Affı gibi açılımlar yapı stokumuzu güvensiz hale getirilmiştir. Toplanan deprem vergilerinin ise nereye gittiği halen meçhul! Bugün ülkemiz, tarihinin en acı olaylarından birini yaşadıktan 21 yıl sonra hiçbir ders çıkarmamış gözüküyor. Şehirlerin kurucu unsurlarından biri olarak deprem konusunda da en önemli rollerden biri inşaat mühendislerine düşerken, maalesef yapı üretim sürecinde inşaat mühendisleri karar verici konumda değiller. Ülkemizin şu anda en büyük ihtiyaçlarından biri, tekrar böyle bir trajedinin yaşanmaması için yapı üretim süreci öznesinin inşaat mühendisi olması ve gerekli bütün kontrol ve denetim mekanizmalarının çalıştırılmasıdır. Aksi takdirde, ülkemizin fay hatları içerisindeki konumunu düşündüğümüzde benzer acıların yaşanması işten değil. Tüm bu önlemlerin alınması, şiddeti ne olursa olsun benzer bir depremde, 1999`daki kadar ağır bir yıkımın yaşanmasını önleyecektir. Aksi takdirde çok daha ağır bir yıkım bizleri bekliyor.
 
İnşaat Mühendisliği Odası Ankara Şubesi Bolu Temsilciliği olarak, depremlerle sarsılan ülkemizde, benzer acıların yaşanmaması için gereken önlemlerin alınmasını hayati buluyoruz. 21 yıl önce bugün yaşanan Gölcük depreminde kaybettiğimiz vatandaşlarımızın yakınlarına baş sağlığı diliyoruz. 
 
İnşaat Mühendisliği Odası
Ankara Şubesi Bolu Temsilciliği
 
 
Kocaeli Şube

GÖÇÜK ALTINDAN KİMSENİN " SESİMİ DUYAN VAR MI ?" DEMEMESİ İÇİN BİZ HER ZAMAN SESİMİZİ DUYURMAYA DEVAM EDECEĞİZ.
 
Türkiye`nin, Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF), Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF) ve Batı Anadolu Fay Hattı (BAF) olmak üzere 3 hattın üzerinde yer alan bir deprem ülkesi olduğu unutulmamalıdır.17 Ağustos 1999 tarihinde merkez üssü Gölcük olan 7,4 şiddetindeki deprem de Kuzey Anadolu Fay Hattı`nın kırılmasıyla oluşmuştur. Üzerinden 21 yıl geçmiş olmasına rağmen 1999 Depremi`nin oluşturduğu yıkıcı etki hala belleklerde tazeliğini korumakta bizlere depreme her daim hazır olunması ve önlem alınması gerçeğini hatırlatmaktadır.

100 yıl içerisinde oluşan depremlerde 110 bin insanımız yaşamını yitirmiş, 700 bin mertebesinde yapımız yerle bir olmuştur. Bilinmesi gerekir ki depremler sadece can kayıpları ortaya çıkarmaz. Meydana geldikleri bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmayıp oldukça ciddi sorunlar da yaratır. Bulaşıcı ve salgın hastalıklar, yaralanma, psikolojik sorunlar, sakat kalma, pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi, çevrenin bozulması ve çevre sorunları gibi önemli sonuçlar doğurmaktadır

17 Ağustos 1999 yılında yaşanan ve ülke tarihimizin sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan 7.4 büyüklüğündeki GÖLCÜK Merkezli depreminin üzerinden 21 yıl geçti. Resmi sonuçlara göre 18.873 insanımız yaşamını yitirdi,23.781 insanımız yaralandı, 328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü. Açıkçası Yapılarımızın %25`i, kullanılamaz hale geldi. %6`sı yerle bir oldu,%7`si ağır hasar,%12`si de orta derecede hasar gördü. Bir milyondan fazla insanımız evsiz kaldı.17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı. Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon insanımız bu depremin sonuçlarını yakından hissetti, bu da o tarihteki ülke nüfusunun yaklaşık olarak %25 ‘ine tekabül etmektedir.

Bir doğa olayı olan depremi doğal afete dönüştüren şey bilim ve mühendislik dışı yapılaşmadır. Deprem sonrası yaraları sarmak elbette ki mühimdir ancak deprem öncesi alınacak önlemler daha hayati ve ekonomiktir. Bu noktada geçmişte deprem sonrası yaşadığımız sorunlar, beklenen depremlere karşı alınacak tedbirler için yol gösterici olmalıdır.

ÜRETEN KENTE YETERLİ DEĞER VERİLMİYOR
Kocaeli yüzölçümü bakımından küçük, ancak katma değeri bakımından büyük bir ildir. İlimiz, 2019 yılında 72 milyar TL vergi ödemiştir. Kocaeli tam anlamıyla bir iş ve emek kentidir. Bu rakam, Türkiye`nin genelinde 69 ilin vergi gelirlerinin toplamından fazladır. Kocaeli`nin 2019 yılında ödediği kişi başı vergi ile Türkiye ortalamasının kat kat üzerine çıkarak yine devlete en fazla kazanç sağlayan il olmuştur. Buna karşılık Kocaeli`de kişi başına devletin harcaması 3 bin 678 TL ile Türkiye ortalaması olan 9 bin 991 TL`nin malesef kat ve kat altında kalmaktadır.

Bu da kamu marifetiyle yapılan yatırımın ilimizde az olduğunu göstermektedir. Üretim yapan bu kente Kamu yatırımlarının artması ve şehrimiz hakkı olan Yatırımları alarak depreme hazır hale getirilmelidir.

Bir deprem kenti olan Kocaeli`ni ve YAPILARIMIZI OLASI BİR DEPREME HAZIRLAMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ?

1-Ulusal Deprem Strateji ve Eylem Planı(UDSEP 2012- 2023)  Gereklilikleri acil Olarak yerine getirilmelidir
2-Her şeyden önce en hızlı şekilde DEPREM MASTER PLANI oluşturulmalıdır.
3-Vatandaşa hizmet edecek tüm kamu binaları özellikle hastaneler ve okullar artık depreme güvenli hale getirilmelidir.
4-Yapı stoğunun Envanterinin çıkartılıp risk bölgeleri haritaları çıkartılmalıdır.
5-D-100 ve D-130 Karayolu üzerinde yolun olası bir depremde kapanmasına neden olacak bütün yapılar acil olarak depreme dayanıklı hale getirilmelidir.
6-Afet için belirlenen Acil müdahale yollarının devamlı açık olması sağlanmalıdır. Bu yollara cephe olan yapıların deprem yönünden güvenli yapılar olması gerekmektedir ve Bu yollarda hiçbir zaman araç park etmesine izin verilmemelidir.
7-Acil durum toplanma alanları olarak belirlenen okulların depreme dayanıklı olmaları gerekmektedir.
8-Acil toplanma alanlarının uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi gerekmektedir olası bir afette İnsani ihtiyaçları karşılayacak şekilde şimdiden hazırlamalıdır.
9-Deprem sonrasında çadır ve konteyner konulacak alanların şimdiden alt yapılarının eksiksiz olarak tamamlanması gerekmektedir.
10-Bilimsel ölçekte kent planlarının yapılması, mesleki yetkinliğe dayalı yapı denetim sisteminin kurulması, nitelikli bir mühendislik eğitimi koşullarının sağlanması, mühendislik hizmetlerindeki kalitenin yükseltilmesi, İnşaat Mühendisliği Bölüm ve Programlarıyla ilgili kontenjanların azaltılması,3458 Sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkındaki Yasanın değiştirilmesi ve meslek alanımızla ilgili olarak bir "MESLEK YASASININ" çıkarılması zorunludur. 
11-Yapı güvenliğinin sağlanması için yapılması gereken uygulamalar ve yeni bir "AFET" bilincinin oluşturulması konusu ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile geliştirilebilir. Afet anı ve sonrasına odaklanmaktan daha çok afet öncesine odaklanmak gerekiyor. Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır.
12-Yeni yapılacak olan yapıların proje ve üretim süreçlerini bilim, teknik ve mühendisliği harmanlayan etik ve ahlaki anlayışı yüksek olan yetkin mühendislere teslim etmek gerekir.
13-Yapım ve denetim sürecinde bulunan çalışanlar (Mühendis, Müteahhit, İnşaat Ustaları vb.) düzenli olarak eğitilmeli ve mesleki yeterlilikleri belgelendirilmelidir.
14-Kentsel dönüşümü; bireysel dönüşümlerden ziyade yasanın amacına yönelik, geniş alanlarda alanın tamamını kapsayacak şekilde yeniden planlayarak daha ferah ve konforlu yaşam alanları oluşturulmalıdır.
15-Vatandaşlarımız "DEPREM GERÇEĞİ" konusunda sürekli bilinçlendirilmelidir. Kentlerimizde düzenli olarak afet tatbikatların belirli periyotlarla Sürekli yapılması gerekmektedir.
Yukarıda saydığımız tüm maddelerde Meslek Odaları`mız bütünüyle aktif ve etkin rol almaktadır
 
SONUÇ OLARAK
Yeni yapılacak olan yapıların, "Bina Deprem Yönetmeliği" dikkate alınarak bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapılması can ve mal güvenliğinin sağlanması bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Var olan yapı stokumuz güvenli olmaktan uzaktır. Üretilecek olan yapılarla ilgili olarak yer seçim kararlarından zemin- yapı ilişkisine, doğru bir tasarımdan, yapı üretim evrelerinin bilgiye dayalı bir anlayışla denetlenmesine kadar bütünlüklü bir yapı üretim sisteminin kurulmasına ihtiyaç var. 17 Ağustos 1999 Gölcük merkezli Depremden bugüne kadar geçen 21 yıl içinde zaman zaman doğru çalışmalar da yapılmıştır. Fakat yaşamış olduğumuz orta büyüklükteki bir depremde bile yapıların yıkılması yapı stokumuzun büyük bir riskle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Ayrıca kendi kendisine yıkılan yapıların varlığı ve tümüyle kaçak olarak yapılan yapıların af kapsamına alınmış olmaları da kentlerimizin büyük bir risk altında olduğunun önemli bir işaretidir.

Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymuştur. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek yol; deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır.

Özetle; 17 Ağustos Depremi başta olmak üzere yaşamış olduğumuz tüm depremlerden ders almamız gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu bilgilerin doğrultusunda; bilim ve mühendisliğin ışığından ayrılmadan, etik ve ahlaki değerlere sahip yetkin mühendis ve kişilerle sağlam ve ekonomik yapılar inşa etmeliyiz.
İnşaat Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi olarak 17 Ağustos Depremi`nin 21.yıl dönümünde depremde yaşamını kaybeden tüm vatandaşlarımızı saygı ve rahmetle anıyor, yakınlarına bir kez daha baş sağlığı ve sabırlar diliyoruz. Depremle ilgili sorumluluklarımızı bilerek depremi unutmayacağımıza ve unutturmayacağımıza söz veriyoruz.
 
TMMOB
İnşaat Mühendisleri Odası
Kocaeli Şubesi Yönetim Kurulu
 

 

İstanbul

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından 17 Ağustos 1999 depreminin 21. Yıldönümü dolayısıyla yapılan açıklama
 
RANT MI, HAYAT MI?
İSTANBUL`UN GÜNDEMİ "KANAL İSTANBUL" DEĞİL DEPREMDİR!
 
Henüz vakit varken;
İstanbul harap olmadan!
 
•1999 Marmara depreminin 21. yıldönümünde bir kez daha vurguluyoruz: İstanbul depreme hazır değil.
•İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen çalışmayla İstanbul yapı stokunun mevcut olumsuzluğu netleşti.
•En iyimser senaryolar bile olası İstanbul depreminde yüzbinlerce vatandaşın can güvenliğinin tehlikede olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki 16 milyon İstanbullu çaresizlik içinde depremi bekliyor.
•Kartal Sema Sokak`ta kendiliğinden çöken binada 21 vatandaşımızın hayatını kaybettiği hatırlanırsa, deprem senaryolarının dayanaksız olmadığı anlaşılacaktır.
•Yapı stokunun iyileştirilmesi çalışmalarının zamana yayılarak bitirileceğine dair açıklamalar kaygıları artırıyor. Çünkü İstanbul depreminin ne zaman meydana geleceği bilinmiyor.
•1999 Marmara depreminden sonra kayda değer mesafe alınmadığı 2019 Eylül İstanbul depremiyle açığa çıktı.
•Son birkaç ayda yaşanan Elazığ, Manisa, Malatya depremleri ülkenin depremselliğini göstermekle kalmadı, deprem güvenliğinin ertelenemez bir sorumluluk olduğunu bir kez daha hatırlattı.
•Ülkemizin ve İstanbul`un depreme hazırlanması için ulusal seferberlik ilan edilmelidir. Ancak bu, ne merkezi ne de yerel yönetimin tek başına altından kalkabileceği bir sorumluluk değildir.
•Ulusal/uluslararası sermaye gruplarına kentsel rant yaratacak olan Kanal İstanbul projesinden vazgeçilmeli, proje için ayrılan bütçe İstanbul`un depreme hazırlanması çalışmalarında kullanılmalıdır.
•İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bir kez daha uyarıyor: Kanal İstanbul projesinden vazgeçin. Kenti ve yapıları sağlıklı ve güvenli hale getirmek için bütçe olanaklarını vakit kaybetmeden harekete geçirin. İstanbul harap olmadan önlem alın. Yoksa olası bir facianın vebali üzerinizde olacaktır.
 
17 Ağustos 1999 depreminin 21. yıldönümü dolayısıyla bir kez daha hafızlarımızı tazelemekle kalmayacağız aynı zamanda her yıldönümünde olduğu gibi ülkemizi ve tabii ki İstanbul`u bekleyen deprem tehlikesi ile ilgili görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşacağız. Elbette sadece durum tespiti yapmayacağız, beraberinde yapı üretim sürecinden kentlerin depreme karşı hazır hale getirilmesine kadar konu ile ilgili önerilerimizi de dile getireceğiz.
 
Depremin her yıldönümünde benzer metinlerle kamuoyunun karşısına çıkmak handikap gibi görünse de, bu durumun sorumlusu sorunları çözmeyen, çözüm önerilerine kulaklarını kapatan siyasi iktidar ve yerel yönetimler olduğunun bilinmesini isteriz.
 
İfade etmeliyiz ki, deprem gerçeği meslek odamızın gündeminden hiçbir zaman düşmedi. Yapı üretim sürecinden deprem toplanma alanlarına, kentsel dönüşüm projelerinden ulaşım güzergâhlarına kadar depremle ilintili konulardaki görüş ve önerilerle kamuoyunun karşısına çıktık; gerek bilimsel toplantılarla gerek topluma dönük etkinliklerle deprem tehlikesinin varlığına dikkat çektik. Ulusal/uluslararası katılımlı sempozyumlar, kurultaylar gerçekleştirdik. Depremin yıldönümlerinde toplumsal duyarlılığı sağlamak amacıyla yürüyüşler düzenledik. Üniversiteleri, bilim çevrelerini harekete geçirerek merkezi ve yerel düzeyde iktidar sahipleri üzerinde basınç uygulamaya, onları harekete geçirmeye çalıştık. Bilgilendirici yayınlar hazırlayarak yaygın bir biçimde dağıtılmasını sağladık. 
 
Sadece bunları yapmakla yetinmedik. Aynı zamanda nitelikli mühendislik hizmetinin ve mesleki etik ilkelere bağlılığın güvenli yaşam tesis edilmesinde arz ettiği önemi kavrayarak meslektaşlarımızın daha donanımlı hale getirilmesi doğrultusundaki faaliyetleri olanaklarımız ölçüsünde, yer yer olanaklarımızı zorlayarak hayata geçirdik.
 
Şunu da belirtmeliyiz, meslek odamız depremi ve yapı güvenliğini 1999`dan sonra gündemine almadı. Kurulduğu 1954`ten bu yana deprem tehlikesi üzerine siyasi iktidarları uyardı, görüşlerini ilgili idare ve kamuoyuyla paylaştı. Hiçbir dönem sadece eleştiren bir tavra sahip olmadı; eleştirdi, önerdi, uygulamayı başlattı. 
 
Ne yazık ki bütün öneri ve uygulamalar siyasi iktidarlar tarafından ya engellendi ya da yok sayıldı. Kamu otoritesi yapı üretim sürecinin ve kentleşmenin denetlenmesine izin vermedi.
 
İstanbul`un yapı stoku
 
Ülkemizde 20 milyonu aşkın yapı bulunmaktadır. Ayrıntılı bir yapı envanter çalışması yapılmadığı için bilgilerimiz kısıtlıdır ancak yapı stokunun en az yarısının güvenli olmadığı tahmin edilmektedir. Pek çok yapı ruhsatsız ve kaçaktır; bir başka ifade ile yapılarımız mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir.
 
İstanbul`un yapı stokunun mevcut durumu ülke genelinden farklı değildir. Hatta "kadim" kent olması nedeniyle olumsuzluk daha da görünür haldedir.
 
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 39 ilçe için hazırlanan "Deprem Kayıp Tahmini Kitapçıkları"nda yer alan bilgiler ışığında İstanbul`un yapı stokunun durumunun vahim olduğu anlaşılmaktadır.
 
Aynı şekilde kitapçıklarda olası bir İstanbul depreminde kaç kişinin hayatını kaybedeceği, yaralanacağı ya da evsiz kalacağına da dair tahminler de yer almaktadır. Elbette bu bir deprem senaryosudur. Üniversitelerin, bilim insanlarının İstanbul depremine dönük pek çok senaryo ürettiği bilinmektedir. En iyimser senaryolarda bile on binlerce yapının değişik düzeylerde hasar göreceği, yüz binlerce İstanbullunun hayatının tehlike altında olduğu ifade edilmektedir.
 
Evet, İstanbul tehlike altındadır
 
Kamuoyuyla defalarca paylaştık. İstanbul konut stokunun barındırdığı tehlikelere dikkat çektik. Özellikle depreme maruz kalmadan çöken binaları, yıkılan istinat duvarlarını, yarılan yolları vurgulu hale getirmeye çalıştık.
 
Bilindiği gibi merkez üssünün kilometrelerce uzakta olmasına rağmen 1999 Marmara depremi İstanbul`u da etkilemiş, 3 binden fazla bina değişik düzeylerde hasar görmüş, bine yakın vatandaşımız hayatını kaybetmiş, binlercesi yaralanmıştı.
 
13 Ocak 2017 tarihinde İstanbul Zeytinburnu`nda bulunan kendiliğinden yıkılan bina, 24 Temmuz 2018`de Beyoğlu Sütlüce Fuadiye Sokak`ta herhangi bir dış etkene bağlı olmadan çöken bina, Kartal Sema Sokak`ta 6 Şubat 2019`da kendiliğinden çöken bina, 10 Ekim 2018`de Bağcılar Kirazlı Sokak`ta yan parseldeki temel kazısı nedeniyle yan yatan bina, ve bununla birlikte kentin değişik noktalarında yıkılan istinat duvarları, yine kentin değişik bölgelerinde zemin kayması nedeniyle boşaltılan binalar İstanbul`u bekleyen tehlikeyi su üstüne çıkarmıştır. Yok sayılması, görmezden gelinmesi mümkün değildir.
 
Olası bir İstanbul depreminde yaşanacak can kaybı, ne yazık ki tahminlerin çok üstünde gerçekleşecektir. İstanbul Kartal Sema Sokak`ta kendiliğinden çöken tek bir binada bile 21 vatandaşımızı kaybettiğimiz göz önüne alınırsa, nasıl bir facia ile karşı karşıya bulunduğumuz daha net anlaşılacaktır.
 
Ayrıca Kartal faciası, afet sonrası organizasyonda ne kadar yetersiz olduğumuzu da açığa çıkartmıştır. Bir binada bile yetersiz kalan müdahale ve kurtarma çalışmalarının olası İstanbul depreminde nasıl hayata geçeceğini düşünmek bile kaygılarımızı kat kat arttırmaktadır.
 
Hamaset sorunları çözmüyor
 
1999 depremlerinden sonra, 2004 yılında toplanan Deprem Şurası`nda zamanın Başbakanı, "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" demişti. Ne yazık ki bu iddiayı doğrulayan bir süreç yaşanmadı. Bazı kamu binaları güçlendirildi, bazıları yıkılıp yeniden yapıldı; köprü ve viyadükler elden geçirildi. Ancak 16 milyon İstanbullunun yaşadığı binalar kaderine bırakıldı.
 
"Hamaset" ile gerçekler arasındaki uçurum mevcut durumu resmetmektedir. "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" vaadinin, diğer konuları bir tarafa bırakalım öncelikle mevcut yapı stokunun iyileştirilmesini içerdiği açıktır. Ne yazık ki iktidar yapı stokunun iyileştirmesi, yani bir kısmının güçlendirilmesi, bir kısmının ise yıkılıp yeniden yapılması için kentsel dönüşüm projeleri haricinde herhangi bir uygulamayı hayata geçirmedi.
 
Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamadığı gibi yeni sorun alanları yaratmıştır. Kentsel dönüşüm projeleri deprem riskinin fazla olduğu yerlerde değil, kentsel "RANTIN" en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.
 
Ayrıca kentsel dönüşüm uygulamaları ile caddelerin, sokakların ve mahallelerin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, hane sayısının artması aile sayısı ve nüfusun artması kentin demografik yapısını bozarak, fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır. Tüm bunların yanı sıra özellikle ekonomik krizin büyümesi ile YIK-YAP anlayışı ile üretilen bu projelerin yarım kalması da vatandaşlarımızı mağdur etmiştir.
 
Öte yandan projektörler iktidar sözcülerinin kamuoyuyla paylaştığı bilgilere çevrildiğinde karşımıza çıkan tablo, kentsel dönüşüm projelerinin bırakalım kısa ve orta vadeyi, uzun vadede bile ihtiyacı karşılamasının mümkün olmadığını göstermektedir.
 
Örneğin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 11 Temmuz 2020 tarihinde yaptığı açıklamada, Türkiye`de 1,5 milyon, İstanbul`da ise 300 bin konutun acilen dönüştürülmesi gerektiğinden söz etti. Bakan Kurum aynı açıklamada, 2023 yılına kadar bu çalışmaların biteceğini sözlerine ekledi.
 
15 Ocak 2017`de ise dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, İstanbul`da 48 riskli alan tespit edildiğini, 250 bin konutun riskli olduğunu ifade etmişti.
 
İki bakanın da açıklamaları yaklaşık 300-350 bin konutta yaşayan tahmini 1,5 milyon insanın can güvenliğinin olmadığının devletin yetkili isimlerinin ağızdan kabul edildiğinin göstergesidir.
 
Kaldı ki dönüştürülmesi planlanan yapılara ilişkin 2023 vaadi de gerçekçi değildir.
 
Eylül 2019 depremi bir uyarıdır
 
2019`un Eylül ayı içerisinde İstanbul, peş peşe meydana gelen depremlerle sarsıldı. 17 Ağustos 1999`dan 20 sene sonra meydana gelen deprem, İstanbul`un 20 yıl arayla verdiği tepkiyi karşılaştırma şansı doğurdu.
 
Hatırlanacaktır: 1999 depremlerinde İstanbul yapı stoku güvenli olmadığı açığa çıkmıştı. 20 sene geçmesine rağmen yapı stokunda kayda değer bir iyileşme sağlanmadığı ortadadır.
 
1999 depreminde iletişim altyapısı çökmüş, haberleşmek imkânsız hale gelmişti. 20 sene sonra aynı durumla karşı karşıya kalınmıştır.
1999 depremlerinde ulaşım yolları ve deprem toplanma alanlarının yetersizliği, kurtarma çalışmalarını sekteye uğratmıştı. 20 sene sonra manzaranın değişmediğine tanık olunmuştur.
 
İstanbul`un depreme hazır olup olmadığına dair sorular ortadan kalkmış, olumsuz durum adeta sabitlenmiştir.
 
Gerçekten de Eylül 2019 depremi, yaklaşmakta olan olası İstanbul depreminin, büyük tehlikenin ayak sesiydi. Eylül 2019 depremi yüzümüze bir tokat gibi indi. Çünkü anlaşıldı ki İstanbul aradan geçen zaman zarfında depreme hazır hale getirilmemişti. Ne yapı stoku iyileştirilmişti ne de ulaşımdan haberleşmeye altyapı deprem koşullarında kullanılacak düzeydeydi. Deprem toplanma alanlarını yapılaşmaya açan, ulaşım güzergahlarına otopark yapan, kentsel dönüşüm projelerini rant değeri yüksek bölgelerden başlatan zihniyet, Eylül 2019 depremi vesilesiyle su üstüne çıktı.
 
İstanbul`un Eylül 2019 depremine verdiği tepki, 16 milyonluk kentin depreme hazır olmadığını, konutların deprem güvenliğinin bulunmadığını, milyonlarca İstanbullunun can güvenliğinin tehlikede olduğunu gösterdi.
 
 
Kanal İstanbul değil deprem güvenliği
 
Kanal İstanbul, 2011 yılında "çılgın proje" şeklinde isimlendirilerek kamuoyuna duyuruldu. Proje o günden bu yana tartışıldı; bilim çevreleri, üniversiteler, kent planlamacıları, ekonomistler, siyasetçiler, uluslararası ilişkiciler kendi pencerelerinden projeyi değerlendirdi.
 
Bizler de Kanal İstanbul Projesine kendi meslek alanımız bağlamında yaklaştık ve deprem-kent ilişkisi çerçevesinde projenin İstanbul`un intihar etmesiyle eşdeğer olduğu sonucuna vardık.
 
Evet Kanal İstanbul bir yıkım, bir intihar projesidir.
 
Her şeyden önce şu temel soru önem arz etmektedir: İstanbul`un ihtiyacı nedir?
 
Yanıtımız ise tartışmaya gerek bırakmayacak ölçüde açık ve nettir: İstanbul`un ihtiyacı depreme hazır hale getirilmektir. Ve kentin Kanal İstanbul gibi bir projeye ihtiyacı yoktur.
 
Bugün İstanbul 7 ve üzeri büyüklükte bir deprem beklemektedir. Yaşanacak bir deprem ile yapı stokunun en az %25`i kullanılamaz hale gelecektir. Yapı stoku yenilenmediği veya güçlendirilmeği takdirde deprem yıkımının faturası oldukça ağır olacaktır. Oysa İstanbul, Kanal Projesiyle çok daha riskli hale getirilmiştir. 1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı sürekli olarak değiştirilmekte, İstanbul`un en stratejik bölgesi olan bu bölge yeni bir yapılaşmanın cazibe merkezi haline getirilmektedir.
 
Önceden Katar Şeyh`lerinin ve iktidara yakın çevrelerin almış oldukları arsa ve araziler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından plan değişikliği yapılarak İstanbul`un geleceği ranta ve depremin insafına terkedilmektedir! Birçok AVM ve Gökdelenin yaratmış olduğu risklere ilave olarak Kanal Projesi ile yeni risk alanları oluşturulmaktadır. İstanbul, sürekli olarak korku içinde yaşayacağı bir bilinmezliğe ve geleceksizliğe teslim edilmek istenmektedir.
 
Kanal İstanbul`un kamuoyuna yansıyan tahmini maliyetiyle İstanbul`un, yaşadığımız konutların deprem güvenliğini sağlamak pekâlâ mümkündür. Hiç şüphe yok ki Kanal İstanbul için ayrılacak bütçe, altyapı, ulaşım, toplu taşımacılık, derelerin ıslahı, deprem önlemleri, güçlendirme çalışmaları, tarihsel değerlerin korunması ve benzeri yatırımlara aktarılırsa açık ki İstanbul daha yaşanabilir bir kent olacaktır. 
 
Bırakalım böyle bir bütçenin sağlayacağı faydaları, gerçekleştiği takdirde Kanal İstanbul`un kenti yeni sorunlarla karşı karşıya bırakacağı açıktır.
 
Gerçekleşecek konut ve iş merkezi projeleri nedeniyle sadece İstanbul`un değil bütün bir bölgenin nüfusu yoğunlaşacaktır. Bu durum altyapı ve ulaşım sorununu kat be kat artacaktır. Ancak daha da önemlisi, deprem beklenen bir bölgede nüfus yoğunluğunu artırmak açıktan cana kastetmektir.
 
Kanal İstanbul nedeniyle kent fiili olarak bölünecektir. Olası bir depremde bölünmüş bir kentin yaratacağı sorunlar, kurtarma çalışmalarını doğrudan etkileyecektir. Mevcut durumda deprem sonrası ulaşım güzergâhları yok edilen bir kentin bölünmüş hali deprem sonrası müdahaleyi mümkün olmaktan çıkaracaktır.
 
 
Kanal İstanbul`un bölgenin ekosistemine, su havzalarına, yeraltı sularına, yeşil alanlara, vereceği zararlar bir başka tartışmanın konusudur ve deprem güvenliğini dolaylı yönden etkilemektedir. Ancak ilk adım itibariyle proje kapsamında bulunan yollar, köprüler, konutlar, iş merkezleri doğal hayatı olumsuz yönde etkileyecektir. Zaten kronik sorunların altına ezilen İstanbul`un bu yükü taşıması mümkün değildir.
 
Bu nedenle henüz vakit varken ve henüz İstanbul harap olmadan, Kanal İstanbul Projesinden vazgeçilmelidir. Bırakalım Kanal İstanbul için aktarılacak kaynağın doğru kullanımını, başta İstanbul olmak üzere bütün bir ülkeyi depreme hazırlamak için ulusal seferberlik ilan edilmeli, güvenli bir yaşam inşa etmenin ulusal bir mücadele olduğu tescil edilmelidir.
Sorunun kaynağı
 
Sorunun kaynağı bellidir: Türkiye bir deprem ülkesidir. Topraklarının yüzde 66`sı 1. ve 2. derece deprem kuşakları üzerindedir. Nüfusumuzun yüzde 70`ini barındıran 11 büyük kent ile büyük sanayi kuruluşlarımızın yüzde 75`i deprem bölgesindedir. 526 yılı Antakya`dan 2020 Elazığ-Sivrice`ye kadar coğrafyamızda sayısız deprem meydana gelmiş, yüz binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Deprem ülkesi olan Türkiye`de ne yazık ki yapıların deprem güvenliği yoktur; altyapıdan ulaşıma kentler deprem tehlikesine uygun düzenlenmemiştir.
 
Türkiye`nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği ne yazık ki yapı üretim sürecinin denetimsizliğiyle birleşti ve karşımıza bugünkü tablo çıktı. Son birkaç yılda meydana gelen İstanbul, Elazığ, Manisa ve Malatya depremleri ve yapıların verdiği tepki, bu gerçeği bir kez daha yüzümüze vurdu. Var olan yapı stokunun deprem riski giderilememiş, "yara sarma" anlayışıyla günün kurtarılmasına çalışılmıştır.
 
Yapı stokunun iyileştirilememesi bir yana dere yatakları imara açılarak sağlıksız ve güvenlikten yoksun yapılaşma devam etmiştir. Kentler betona teslim edilmiştir; son dönemde boşaltılan askeri alanlar bile imara açılmıştır. Bu durumun bölgelerde nüfus ve yapılaşma yoğunluğuna yol açacağı açıktır. Kentler ranta göre düzenlenmiş, kentsel dönüşüm projeleri bu doğrultuya yönlendirilmiştir.
 
Yapı denetim sistemi ya hiç uygulanmamış ya da piyasa şartlarına açılarak denetim zaafa uğratılmıştır.
 
Aynı şekilde yapı malzemelerinin üretiminde de sağlıklı bir denetim mekanizması kurulamamıştır. Yapı stokunun kısa sürede iyileştirilme yönündeki beklenti karşılıksız kalmış, hatta imar aflarıyla kaçak ve güvensiz yapıların mevcudiyetlerinin devam etmesine izin verilmiştir. Deprem toplanma alanları oluşturulmamış, oluşturulanlar yapılaşmaya açılmış, deprem sonrası kullanılacak ulaşım güzergâhları yok edilmiştir.
 
İnşaat mühendisliği mesleği nitelikli hale getirilmemiş, meslek odaları işlevsizleştirilmiş, mesleki etik ilkelerin kabulü, yaygınlaştırılması ve içselleştirilmesine olanak sağlanmamıştır. Vurdumduymazlık, bilim dışılık, haksız kazanç elde etme gibi olumsuz yönler ortadan kaldırılacağına adeta teşvik edilmiştir.
 
İstanbul`un makûs talihi değiştirilebilir
 
Şu noktanın anlaşılması gerekmektedir: Deprem bir doğa olayıdır ve Türkiye bir deprem ülkesidir.
 
İnşaat mühendisliği her zeminde ve her şart altında güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın gerçekleştirilebileceğini kanıtlamıştır. Sağlıklı zemin etüdü, zemine uygun tasarım, eksiksiz yapı denetim sistemi gerçekleştirildiği takdirde, doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesi mümkün değildir.
 
Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır. Sorun, depremin kendisi değil ranta dayalı uygulanan politikaların doğurmuş olduğu sonuçlardır.
 
Kentsel planlama deprem tehlikesini gözeten bir anlayışla yapılır, nüfus ve yapılaşma yoğunluğu kentin ihtiyacıyla uyumlu şekilde gerçekleştirilirse geleceğe dönük kaygılar azaltılacaktır.
 
Ancak bugün için acilen yapılması gereken, 16 milyon İstanbullunun yaşadığı konutların güvenliğini sağlamaktır. Yapı stokunun zamana yayılarak iyileştirileceğine dair hedeflerin ikna edici olmadığı açıktır. 21 sene boyunca gerçekleştirilmeyen iyileştirme çalışmalarının tamamlanmasını beklemek dışında herhangi somut bir öneri yoktur. Bu durum ne zaman meydana geleceği bilinmeyen depremi bekleyen İstanbullular için hiçbir şey ifade etmemektedir.
 
Bilim insanları İstanbul depreminin her geçen gün yaklaştığını belirtmektedir. Bunun görmezden gelinmesi, yok sayılması mümkün değildir. Dolayısıyla bir an önce merkezi yönetim, yerel yönetim, ilgili meslek disiplinleri ve vatandaş işbirliği sağlanmalı; riskli binaların tespiti hızla sonuçlandırılmalı, yıkma-yapma ve güçlendirme çalışmaları vakit kaybetmeden tamamlanmalıdır. Bu yapılmazsa yıkımın ve can kaybının büyük olacağı açıktır.
 
İstanbul`un makûs talihini yenmek mümkündür. İstanbulluların kendilerini güvende hissedebileceği düzenlemeleri hayata geçirmek siyasi iktidarın tercihlerinin değişmesi ile sağlanabilir. Tercih insan olduğu sürece çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Ancak tercih Kanal İstanbul gibi projelere kaynak akıtarak kentsel rant yaratmaksa, depremde ortaya çıkacak tablonun sorumluluğu hiç şüphe yok ki bu tercihi kullananların olacaktır.
 
Nusret SUNA
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
 
 **
17 Ağustos 1999 Depremi`nin 21. Yılı sebebiyle gerçekleştirmiş olduğumuz farkındalık kampanyası kapsamında İstanbul`un birçok noktasında billboardlarımız yer aldı. 16-22 Ağustos 2020 tarihleri arasında gösterimleri devam edecek. "İstanbul`un gerçek gündemi Kanal İstanbul değil !  depremdir ! "

Taksim Sanat Galerisi Deprem Sergisi Ve Broşür Dağıtımı-19-26 Ağustos 2020
17 Ağustos Kocaeli Depremi`nin 21. Yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler kapsamında Taksim Sanat Galerisinde düzenlediğimiz "Deprem Sergisi ve Broşür Dağıtımı" 19 Ağustos`ta başladı. 26 Ağustos 2020 tarihine kadar sürecek olan sergimizde depremle ilgili bilgilendirici broşürler yurttaşlara dağıtılırken, deprem konulu afişlerimiz sergilenmektedir.
 
Silivri Temsilciliği Deprem Sergisi Ve Broşür Dağıtımı / 17-19 Ağustos 2020
17 Ağustos Kocaeli Depremi`nin 21. Yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler kapsamında Silivri Temsilciliğimiz tarafından "Deprem Sergisi ve Broşür Dağıtımı" 14 Ağustos`ta başladı. Silivri Belediyesi Sanat Galerisi`nde kurulan ve 19 Ağustos 2020 tarihine kadar sürecek olan etkinlikte Şubemiz tarafından hazırlanan depremle ilgili bilgilendirici broşürler yurttaşlara dağıtılırken, deprem konulu afişlerimiz sergilenmektedir.
 
 
99 Depreminin 21. Yıldönümünde "Deprem Sallayacak, Biz Sallanmayalım" Forumu-18 Ağustos 2020
17 Ağustos 1999 Adapazarı Depremini Anma Etkinlikleri kapsamında Bakırköy Kent Savunması tarafından düzenlenen "Deprem sallayacak, biz sallanmayalım" forumu Zuhuratbaba top sahasında gerçekleşti. Bakırköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Cavit Ganiç ve milletvekili Hüda Kaya`nın konuşmacı olarak katıldığı forumda Şubemiz Bakırköy Temsilcisi Elif ERSOY konuşmacı olarak katıldı ve depreme yönelik bilgilendirmelerde bulundu.

Bakırköy Temsilciliği, Deprem Sergisi Ve Broşür Dağıtımı / 14-21 Ağustos 2020
17 Ağustos Kocaeli Depremi`nin 21. Yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler kapsamında Bakırköy Temsilciliğimiz tarafından "Deprem Sergisi ve Broşür Dağıtımı" etkinlikleri başladı. Bakırköy Özgürlük (Cumhuriyet) Meydanı`nda kurulan standımızda Odamız ve Şubemiz tarafından hazırlanan depremle ilgili bilgilendirici broşürler yurttaşlara dağıtılıyor ve deprem konulu afişlerimiz sergileniyor.

Kadıköy Temsilciliği, Deprem Sergisi Ve Broşür Dağıtımı / 14-21 Ağustos 2020
17 Ağustos Kocaeli Depremi`nin 21. Yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler kapsamında Kadıköy Temsilciliğimiz tarafından "Deprem Sergisi ve Broşür Dağıtımı" etkinlikleri başladı. Kadıköy Belediyesi Karşısı, İETT Durağı-Metrobüs Çıkışında kurulan standımızda Odamız ve Şubemiz tarafından hazırlanan depremle ilgili bilgilendirici broşürler yurttaşlara dağıtılıyor ve deprem konulu afişlerimiz sergileniyor.
 
17 Ağustos 1999 depreminin 21. Yıldönümü nedeniyle deprem konusuna ilişkin "Binlerce insanın hayatını kurtarma fırsatını neden Kanal İstanbul`a harcıyoruz ? Depremin Afete Dönüşmesine Engel Ol ! 17 Ağustos 1999 Depremini Unutma !" içerikli Şubemiz tarafından hazırlanan video linki:
https://www.facebook.com/watch/?v=312873176795765
 

İzmir

17 AĞUSTOS DEPREMİ YIL DÖNÜMÜ ETKİNLİKLERİMİZ GERÇEKLEŞTİ

17 Ağustos Marmara Depreminin 21. yıl dönümünde Şube olarak ve bazı kamu kurumları, yerel yönetimler, afet dernekleri ve TMMOB`ye bağlı Odaların İzmir Şubeleri ile birlikte çeşitli etkinlikler düzenledik.
 
17 Ağustos Depreminin yıl dönümünde Şubemiz tarafından çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi
 
17 Ağustos Marmara Depreminin 21. yıl dönümünde Şube olarak ve bazı kamu kurumları, yerel yönetimler, afet dernekleri ve TMMOB`ye bağlı Odaların İzmir Şubeleri ile birlikte çeşitli etkinlikler düzenledik.
 
İlk olarak 13 Ağustos 2020 tarihinde Şubemizde yaptığımız basın toplantısında Şube Başkanımız Eylem Ulutaş Ayatar tarafından ülkemizde ve İzmir`deki deprem gerçeği ve alınması gereken önlemler hakkındaki görüşlerimiz dile getirildi.
 
15 Ağustos 2020 tarihinde Selçuk`ta, 16 Ağustos 2020 tarihinde Dikili`de Depreme Duyarlılık Sergisi, "İhmallerle 17 Ağustos" sokak tiyatrosu ve "Depreme Karşı Güvende miyiz?" konulu forumlar gerçekleşti. Etkinlikler Şubemiz, AFAD, Selçuk Belediyesi, Kuzey Ege Arama Kurtarma Derneği ve İZAD tarafından birlikte gerçekleştirildi.
 
17 Ağustos 2020 tarihinde Karşıyaka Vapur İskelesi`nde Şubemiz, Karşıyaka Belediyesi ve Karşıyaka Kent Konseyi tarafından "Depreme Duyarlılık Sergisi" açıldı.
 
17 Ağustos 2020 tarihinde Alsancak`ta Şubemiz yürütücülüğünde TMMOB İzmir İKK, Konak Belediyesi, Konak Kent Konseyi ve Karşıyaka Kent Konseyi tarafından "17 Ağustos`u Unutma, Unutturma" başlıklı basın açıklaması gerçekleştirilerek denize karanfil bırakıldı.
 
Alsancak Vapur İskelesi`nde AFAD ve İzmir İtfaiyesi`nin de katılımlarıyla stantlar ve Şubemiz tarafından ayrıca Depreme Duyarlılık Sergisi açıldı. Daha sonra Şubemiz tarafından gerçekleştirilen, Prof. Dr. Özgür Özçelik`in sunduğu "Binalarımız ve Alınması Gereken Önlemler" konulu online seminer büyük ekranda canlı olarak yayınlandı.
 
Sözü edilen etkinliklere katılan ve destek olan kamu kurumları, belediyeler, kent konseyleri, meslek odaları, afet dernekleri ve üyelerimize teşekkür ederiz.
 

Samsun

Gölcük Merkezli Marmara Depreminin 21.Yıl dönümünde, İMO genelinde eş zamanlı olarak yapılan basın açıklamasında Şube Başkanı Cevat ÖNCÜ, Oda Başkanlığının ilettiği Basın Açıklamasını okuduktan sonra, Kuzey Anadolu Fay Hattının ciddi  DEPREM RİSKİ taşıdığını bölgemiz ve İlimizde bundan olumsuz etkileneceğine özellikle vurgu yapmıştır. Bölge halkına deprem bilinci oluşturmak ve de  Depreme karşı binalarımızı dayanıklı hale getirmek için SAMSUN İLİ DEPREM MASTER PLANI hazırlanmalı dedi.