12 Kasım 1999 tarihinde DÜZCE`de 7,2 büyüklüğünde bir deprem yaşadık. 17 Ağustos 1999 GÖLCÜK Merkezli depremin acısının üzerine yeni bir acı daha eklenmişti. Yaşamını kaybeden insanlarımızı saygıyla anıyoruz. Aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen, yaralarımız üzerinde oluşan kabuk tüm tazeliğini koruyor.
Bingöl İlimizin Karlıova İlçesinden başlayan Kuzey Anadolu Fay Hattı, 1939 yılında Erzincan`da bir deprem üretmişti. Bu deprem 33 bin insanımızın toprağa gömülmesine neden olmuştu. Erzincan Depremi hafızalarda yer etmese de tarihin tozlu sayfaları arasında varlığını sürdürüyor. Ülkemiz topraklarında 100 yıl içerisinde büyüklüğü altı ve üzeri olan 150`den fazla depremin yaşandığı deprem kataloglarında yer alıyor. Bu depremlerde 100 binden fazla insanımız yaşamını yitirmiş, binlerce insanımız yaralanmış, 700 bin mertebesinde yapımız yıkılmış veya önemli ölçüde hasar görmüştür.
12 Kasım 1999 tarihinde yaşadığımız Düzce Depreminde 710 insanımız yaşamını yitirdiği kayıtlara geçmiş, 3000`e yakın insanımız ise yaralanmıştır. 30 saniye süren deprem, Düzce Devlet Hastanesinin ve yüzlerce yapının yıkılıp hasar görmesinin yanında, Ankara-İstanbul yolu da hasar görmüştür. Bu nedenle yardım ekiplerinin ve Ambulansların Düzce`ye ulaşması büyük bir soruna dönüşmüştür. Düzce Afet ve Acil Durum İl Müdürlüğü verilerine göre Düzce genelinde 16.666 konut ve 3.837 işyeri ağır hasar; 10.968 konut ve 2.573 işyeri orta hasar; 13.070 konut ve 1.606 iş yerinin ise az hasar gördüğü kayıtlara geçmiştir.
17 Ağustos Gölcük Merkezli Deprem, 12 Kasım Düzce Depremi ve 2003 yılında yaşamış olduğumuz Bingöl Depremiyle birlikte 2011 yılında yaşamış olduğumuz Van Depremleri, yapılarımızın yeni bir anlayışla üretilmesini bir kez daha açıklıkla ortaya koymuştur. Bu nedenle kentlerimizin yaşam kalitesinin artırılmasına, can ve mal güvenliğinin sağlanmasına, ekonomik ve toplumsal yapının daha da güçlenmesine katkı sağlayacak mekansal planlama sisteminin yeniden düzenlenmesi zorunlu bir hale gelmiştir. Önceki yıllarda yapılmış olan çalışmalarla birlikte 2009 yılında yapılan "Kentleşme Şurası" doküman ve sonuç kararları da güvenli ve yaşanabilir kentlerin yaratılmasına yönelik önemli bir çalışmadır. Oysa büyük kentlerimiz başta olmak üzere ülkemizin toprakları "inşaat sektörünün birer arazisine" dönüşmüştür. Sağlıklı, güvenli, yaşanabilir bir kent yerine; ne yazık ki rant eksenli bir yapı anlayışı inşaat sektörüne hakim olmuştur.
Sağlıklı, dengeli ve güvenli yapı ve kentlerin oluşturulması için hukuki, teknik ve idari sorunların çözümüne ilişkin işbirliği yapılmasını öne alan politikalar yerine, başta meslek odaları olmak üzere tekniğin ve mühendisliğin gerektirdiği tüm politikalar dışlanmıştır.
Artık yapılarımız depremi bile beklemeden kendi kendisine yıkılıyor. Tümüyle kaçak olarak yapılan yapılara af getirilerek bu yapıların deprem güvenlikleri yapı sahiplerinin beyanlarına bırakılıyor. Her an karşılaşacağımız bir depremi dikkate almadan yapılarımıza "bir şey olmaz" gibi kaderci bir anlayışa terk ediliyor. Orta büyüklükte bir depremde bile yapılarımızın önemli hasar gördükleri unutuluyor. Oysa;
-Mevcut yapı stokumuzun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi gerekir.
-Yeni yapılacak olan yapıların bilim, teknik ve mühendisliğin ortaya koyduğu ilkeleri dikkate almak gerekir. Proje tasarım sürecinden başlayarak yapı üretim sürecinin tüm evrelerini; bilgi derinliği olan, etik ve ahlaki anlayışı yüksek sertifikalı mühendislere teslim etmek gerekir.
-Ortaya çıkacak riskleri azaltmak için yapıları ve meslek insanlarını sigorta kapsamına almak gerekir.
Ülkemizde yaklaşık olarak 20 milyon mertebesinde yapı stoku var. Bu yapılarla ilgili olarak bütünlüklü bir envanter çalışması yapılmadığı gibi, yapılmış olanlara yönelik bilim ve mühendisliğin gerekleri de yerine getirilmemiştir. Ne yazık ki kentlerimizde artık mal ve hizmetlerin kullanım değeri değil, değişim değerleri tüm süreçleri yönetip yönlendiriyor. Sanayi kapitalizminden, finans ve ticaret kapitalizmine olan yönelim, kentlerimizde yatay gelişme dönemini sona erdirmiş dikey yükselme dönemini başlatmıştır.
Bu anlayış kentlerimizi yaşanmaz bir hale getirmiştir.
Düzce Depreminin 20. yılı nedeniyle ülkemizi ve kentlerimizi yönetenleri bir kez daha uyarıyoruz. Meslek Odalarını dışlayarak güvenli ve yaşanabilir kentler yaratma şansınız yoktur. Ayrıca var olan yapı stokunu güvenli bir hale getirmeniz de mümkün değildir. Bilimin, tekniğin ve mühendisliğin önümüze koymuş olduğu bir sorumlulukla diyoruz ki; işbirliği yapmaya ihtiyacımız var. 26 Eylül tarihinde Marmara Denizi`nde yaşadığımız 5.8 büyüklüğündeki deprem tüm iletişim kanallarını kilitledi. Oysa daha büyük bir İstanbul Depreminin ayak sesleri çok uzak değil.
12 Kasım 1999 Düzce Depreminde yaşamını yitiren tüm insanlarımızı saygıyla anıyor, yakınlarına bir kez daha baş sağlığı ve sabır diliyoruz. TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YÖNETİM KURULU