İMO DEPREM VE YAPI DENETİM ÇALIŞTAYI MUĞLA`DA YAPILDI
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası adına İMO Muğla Şubesi 20 Nisan 2019 tarihinde "Deprem ve Yapı Denetim Çalıştayı" Muğla`da gerçekleştirildi.
Çalıştay, Oda Başkanı Cemal Gökçe ve Muğla Şube Başkanı Azmi Cihangir Aygın`nın açılış konuşmalarıyla başladı. Açılış konuşmalarından sonra oturumlara geçildi.
Toplantıya İMO Başkanı Cemal Gökçe, 2. Başkanı Cemal Akça, Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Şükrü Erdem, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Bülent Erkul, Yönetim Kurulu Üyesi Necati Atıcı ve Şubelerimizden başkan, yöneticiler ve üyelerimiz katıldı.
İMO BAŞKANI CEMAL GÖKÇE`NİN AÇILIŞ KONUŞMASI
Deprem ve Yapı Denetimi konusu mesleğimiz açısından önemli bir konudur. Cumhuriyet tarihi boyunca 6 ve üzeri büyüklükte oldukça fazla sayıda deprem yaşamışız. Bu depremler çok sayıda can ve mal kayıpları ortaya çıkarmış. En bilineni,1939 yılında yaşamış olduğumuz Erzincan Depremidir. Bu depremde yaklaşık olarak 33.000 insanımızı toprağa gömmüşüz. 17 Ağustos 1999 Yılında yaşamış olduğumuz Gölcük Merkezli deprem de, yakın tarihimizin çok önemli bir depremidir. Bu deprem; binlerce insanımızı toprak altında bıraktı, binlerce insanımız yaralandı. Yapıların %6`sı, yerle bir oldu, %7` si ağır hasar aldı, %12`si de orta ölçekte hasar gördü. Yani yapılarımızı %25`i, kullanılamaz hale geldi. 16 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı.
Daha sonrada birçok deprem yaşadık! İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. 17 Ağustos 1999 Gölcük, 12 Kasım 1999 Düzce,2003 Bingöl ve 2011 yılında yaşamış olduğumuz Van depremleri yakın tarihimizin önemli depremleridir. Van depremleridir.
MUĞLA`NIN YAŞAMIŞ OLDUĞU DEPREMLER
Tarih boyunca Ege Bölgesi, Anadolu ve Muğla`da önemli depremler olmuştur. Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları eskiden bir bütündü. Bu kıtalar oluşan depremlerle bir birinden ayrıldı. Büyük Okyanus sularının oluşmasıyla Akdeniz, Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz oluştu. Oldukça girintili olan Ege kıyıları da depremlerle oluştu. En fazla girinti ve çıkıntının oluştuğu Muğla ilimizin Kıyıları da bu depremlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu bölge de ve Bodrum da sahil kıvrımlarını gören eski Arap Gemicileri, biraz düz olan Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz sahillerinden sonra, bu kıvrımların fazla olduğu bölgelere "el- karnas :kıvrımlı yer" demişlerdir. Yüz yıllarca bu bölge "el-karnas" olarak anılmıştır. Zamanla "Halikarnas" olmuştur. Özel olarak da bu isim Cevat Şakir Kabaağaçlı`nın yaşamış olduğu yer olan BODRUM için kullanılmıştır.
Anadolu, tarihin her döneminde sürekli olarak sallanmıştır. Tarihsel öneme sahip birçok kent bu depremlerde yerle bir olmuştur. Efes bu depremler de yerle bir olan önemli kentlerden biridir.1941 Muğla,1957 Marmaris-Fethiye,1959 Köyceğiz,1961 Marmaris depremleri yakın tarihimizin depremleridir.1957 Marmaris depremin de Bayır tamamen yıkılmış bugünkü yerine taşınmıştır.
İki yıl önce 21 Temmuz`da Bodrum`da yaşanan deprem ve tsunami, Bodrum kıyılarını, kıyılarda bulunan tekne ve otomobillere oldukça büyük zarar vermişti. Bir kez daha anlaşıldı ki,
Türkiye`nin en fazla ve en yoğun deprem yaşayan bir ilinin Üniversitesinde ve ilinde bir "Deprem Araştırma Merkezi"nin uzun süre kurulmamış olması düşündürücüdür
YAPI STOKUMUZ YENİ BİR DEPREME HAZIR MI?
Türkiye, bir deprem ülkesidir. Bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmesi ve bu durumun bir türlü önlenememesi sorunun ana kaynağını oluşturuyor.
Açıkçası, kentleşme bilimine uygun olarak tasarlanan yapıların, "Deprem Yönetmeliklerine" uygun olarak tasarlanması ve üretilmesinin sağlanmasıdır. Ayrıca standartlara uygun malzemeler kullanılarak, etkili bir denetim mekanizmasının yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olduğunun kavranmasıdır.
Ülkemizin farklı farklı yerlerinde her zaman sel ve su taşkınları oluyor. Bu tür doğa olaylarının olabileceğini öngörmek için, tarihi kaynaklara bakmak ve bu kaynaklardan ders çıkarmak yeterlidir. Çıkaracağınız derslerle kentleşme planlarına uygun olarak yapı stokunuzu oluşturmak gerekiyor. Nerelere yapı yapılmaması gerektiğini, bazı yapıların yapılması zorunlu ise (köprü gibi), tasarımlarınızı bilimin ve bilginin gereklerine göre yapmamız gerekiyor.
İstanbul`u, Ankara`yı, Bursa`yı, Antalya`yı, Antakya`yı, Samsun`u, İzmir`i, Giresun`u, Ordu`yu ve Tekirdağ`ı zaman zaman sel ve dere taşkınları önemli ölçüde etkiliyor.
Kentleşme ve imar konularında yapılan "Rant Odaklı" uygulamalar; doğal ve öngörülebilir olan bir deprem ve su taşkınlarını afete dönüştürüyor. Can kayıpları olmasa da ciddi ölçüde mal ve ekonomik kayıplar ortaya çıkıyor.
Yapı stokumuzun durumuna baktığımızda yapı stokumuzun doğa olayları karşısında son derece zayıf olduklarını söyleyebiliriz.
Bu yaşananlar bizleri şaşırtmıyor!
Ne yazık ki yaşadıklarımızın sonuçları da oldukça ağır oluyor!
1999 Gölcük ve Düzce Depremlerinin ortaya çıkardığı can kayıpları ve büyük ölçekli ekonomik kayıplar, her kurum ve kuruluşun konuyu yeniden düşünmesine neden olmuştu. Bu kapsamda yapı denetimi, nitelikli mühendislik eğitimi, mühendislik hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi ve ilgili mevzuatların ülke gündeminin ilk sırasında kendisine yer bulduğu söylenebilir. Yapı üretim süreci bileşenlerinin görev ve sorumlulukları, deprem öncesi, deprem sırası ve deprem sonrasında nelerin yapılması gerektiğine dair pek çok bilinmez, sorun olarak varlığını koruyor! Yapı güvenliğinin sağlanması için yapılması gereken uygulamalar, yeni bir "AFET" bilincinin oluşturulması konusu, geniş bir çerçevede tartışılıp içselleştirilemedi.
En azından İnşaat Mühendisleri Odası; deprem ve güvenli yapı üretilmesi konusuna, farklı boyutlarıyla geniş bir pencereden bakarak, sorunların kaynağını ve çözüm yollarını ortaya koydu.
1999 depremleri, %25 mertebesinde yapı stokunun kullanılmaz hale gelmesine neden oldu. Kaçak olarak yapılan yapılarla mühendislik hizmeti almadan üretilen yapıların oldukça fazla olduğu gözler önüne serildi.
Depremlerden sonra görüldü ki, sorun sadece önlenemez veya önlenmeyen göç ve bunun getirdiği gecekondulaşmayla açıklanamayacak kadar büyük. Kaçak yapılaşmanın olağan sayıldığı ülkemizde, ağır hasarlı binaların arasında devlet daireleri, hastane ve okulların da bulunması; sorunun sadece bir imar sorunu değil, daha farklı boyutlarının olduğunu da açıkça ortaya koyuyor.
İnşaat Mühendisleri Odası`na göre temel sorun; plansızlık, çarpık kentleşme, yapı üretim sürecinin ve mesleki uygulamaların niteliksiz olması ve yapı üretiminin bilimsel ölçekte denetlenmemesi sorunun kaynağını oluşturuyor. Sorun, depremin kendisi değil doğurmuş olduğu sonuçlardır.
Üstelik ülkemizde binaların yıkılması için artık deprem bile gerekmiyor. Yapılarımız hiçbir dış etken olmadan bile yıkılıyordu. İlgili idaresinden ruhsat alarak resmi bir şantiye şefi sorumluluğunda inşa edilen yapıların aynı zamanda bir yapı denetim kuruluşu tarafından denetlenmesi gerekiyor.
Beyoğlu-Sütlüce`de bulunan şantiyede meydana gelen yıkım ve henüz imalat aşamasındaki çökme haberleri, bugün bile imalat ve denetim mekanizmalarının etkili çalışmadığını ve sistemin hala doğru işlemediğini ortaya koymaktadır.
"Üstelik İmar Barışı" adıyla çıkarılan, mühendis ve mimarları yapı sahibinden daha yetkisiz gören bir yasa var. Af kapsamına alınan ve yasal bir hale getirilmesi için işlem gören ve kendi kendisine çöken,21 kişiye mezar olan Kartal`daki Yeşilyurt Apartmanı var.
Muğla ilimizde de aynı hukuksuzluk temelinde kaçak ve mühendislik hizmeti almadan üretilen ve af kapsamına alınan oldukça fazla yapı var. Bu yapılar depremi bile beklemeden yıkılma potansiyeli taşıyorlar.
YAPI DENETİMİ VE MÜHENDİS
Bir doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşme, tasarım, uygulama ve yapı denetim sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden geçmektedir. Depremle ilgili hemen her konunun ayrı bir önemi bulunmaktadır. Ancak yapı denetimine ayrı bir vurgu yapılması zorunluluktur. Çünkü yapı denetimi, güvenli yapıların üretilmesini sağlayacak ve gelecekte aynı sorunların ortaya çıkmasını önleyecektir.
Yapı denetim sorununu çözmek için atılan ilk adım 10 Nisan 2000 tarihinde yürürlüğe giren "595 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname"dir. Ayrıca bu kararname ile birlikte çıkarılan "601 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname" de; mühendis ve mimarların mesleklerini yapabilmeleri için diploma almanın ön şart olduğunu, temel şartın ise meslek Odalarından "sertifika" almanın zorunlu olması gerektiğini ortaya koymuştur. Ne yazık ki her iki kararname de bir süre sonra ortadan kaldırılmıştır.
29.06.2001 tarihinde yürürlüğe giren ve hâlâ uygulamada olan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun da beklentileri karşılayamamıştır. Üstelik bu yasa 595 sayılı Yapı Denetim Kararnamesinin bile gerisinde kalmıştır.
İnşaat ve yapı sektörünün işleyişini ve sorunlarını tam olarak çözemeyen, ilgili kurumlara, üniversitelere, meslek odalarına danışılmadan alelacele hazırlanan kanun, sorunu çözmek bir yana kendisi sorun olarak gündemdeki yerini almıştır. Yıllar yılı ekonomi ve siyasetin en büyük finans kaynaklarından olan inşaat sektöründeki payın bölüşülmesi, kimsenin işine gelmezken, tüm sorumluluk tek başına, üstelik hiçbir yaptırım gücü olmayan yapı denetim kuruluşları ile mühendis ve mimarların üzerinde bırakılmıştır.
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası`nın Genel Gerekçe bölümü, sorun ve çözüm bağlamında doğru bir felsefi yaklaşıma sahiptir. Ancak bu durum, yasanın içeriği ile denk düşmemiştir.
Anlaşılmıştır ki yasanın genel gerekçesini yazanlarla yasayı çıkaranlar konuyu farklı algılamışlardır. Doğru bir noktadan hareket etmek, doğru yere ulaşma anlamına gelmemiş, yasa yapıcı, yasanın etki alanını daraltarak, muafiyet sınırlarının genişletilmesini sağlayıcı düzenlemelere imza atmıştır.
Yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olması gereken "Şantiye Şefliği" konusu da; çözümün değil, sorunun bir parçası olmuştur. Farklı meslek disiplinleri ve uzmanlık alanları dikkate alınmadan şantiye şeflerinin görevlendirilmesi, bilime ve bilgiye aykırıdır. Ayrıca bir şantiye şefinin 30.000 m2‘ye kadar 5 inşaatın şantiye şefliğini yapmış olması doğru değildir. Şantiye şefliği inşaatın her şeyinden sorumlu olması gereken bir iştir. Öyle ki, şantiyeden hiç ayrılmaması gereken bir görevdir. Buna rağmen 5 ayrı işin şantiye şefliğini bir mühendisin yapma şansı yoktur.
Yine, yakın bir zaman önce "Ruhsatlardan Mühendis ve Mimarların" imzalarının kaldırılmış olması, sahteciliğe çağrı yapmak, mühendis ve mimarları yok saymaktır. Bu durum; mesleki yetkinliği ve meslek insanlarının gelişmesini zaafa uğratacaktır.
Açıktır ki, Yapı Denetim Yasası`nda gerekli değişiklikler, ihtiyaç duyulan düzenlemeler yapılmaz ise, on yıl sonra aynı sorunlarla karşı karşıya kalınacak, olası bir depremde başta kamu binaları olmak üzere konutlar, işyerleri ağır hasar görecek, çok sayıda bina yıkılacak, can ve mal kayıpları yaşanacaktır. Elektronik sistemle denetim kuruluşlarına iş verilmesi de sorunu kabul edilebilir bir ölçüde çözmekten uzaktır.
PLANLAMA YAPILAŞMA VE KENTSEL DÖNÜŞÜM
Depreme karşı kentlerimizi, binalarımızı hazır hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm projelerinin bu amaca ne kadar hizmet ettiği tartışmalı olmakla birlikte, kamu binalarının akıbeti ise belirsizliğini korumaktadır. "Riskli alan", "riskli yapı" belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluk mağduriyetler ve hak kayıplarına yol açmaktadır. Depreme karşı yapı stokunu güvenli hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm uygulamaları, yeni sorun alanları yaratmaktadır. Ayrıca 2018 Yılında çıkarılan "İMAR BARIŞI YASASI",6306 Sayılı Yasa ile çatışmaktadır.
Daire alanlarının küçülmesi kat sayısı ve daire sayısının artmasına neden olmakta, aynı sokak ve mahallenin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, aile sayısı ve nüfusun artması, kentin demografik yapısını bozarak, fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır.
Kentsel dönüşüm projeleri kentsel "RANTIN" en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır.
Parsel ölçeğindeki yenileme uygulamalarında ise açıkça görülmektedir ki, dönüşüm, müteahhit firmalar ve mülk sahipleri için beklenen cazibeyi yaratabildiği koşullarda akıcılık kazanmakta ve uygulanmaktadır.
Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamamıştır.
YIK-YAP anlayışı kentsel dönüşümün temel bir mantığı olarak karşımıza çıkmaktadır. YIK-YAP anlayışı; bilimi, bilgiyi, mühendisliği ve kentleşme bilimini yok sayan bir anlayıştır. Bir taşeron bakışıdır.
Kentlerimiz inşaat projelerinin birer "ARAZİSİ" haline dönüşmüştür.
ÖNEMLE VURGULAMAK GEREKİR Kİ ;Kentsel dönüşüm; sosyal adalet, sosyal gelişim, sosyal bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunması, zarar azaltma ve risk yönetimi ile birlikte kapsamlı ve bütünleşik bir şekilde ele alınmak zorundadır.
İMAR AFLARI-İMAR BARIŞI VE GÜVENLİ YAPI
Türkiye`de gecekondulaşma süreci, ihtiyaç sahiplerinin barınma ihtiyacını karşılamaya dönük masum bir çaba olarak başlamıştır. Bu durum zamanla örgütlenmiş bir mafya tasarrufu olarak şekillenmiştir. İşin içerisine oy alma ve siyasi kaygılar da girince "AF KONUSU" her seferinde "bu son denilerek" 26 kez yenilenmiştir.
Topraklarımızın büyük bir bölümü deprem tehlikesi altında bulunduğu gibi, yapı stokumuzun önemli bir bölümü de deprem riski taşımaktadır. Konuyla ilgili olarak tüm bilim çevreleri ve Meslek Odaları mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi gerekliliğini dile getirirken, 24 Haziran seçimleri öncesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın öncülüğünde, TBMM tarafından oybirliği ile ülke tarihinin en kapsamlı "İMAR AFFI" çıkarılmıştır.
Amaç maddesi " yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak" olan 3194 sayılı İmar Kanunu`na Geçici 16. madde eklenmiştir. Türk İmar Tarihinin bugüne kadar ki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talepte edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmaktadır.
Çevre ve Şehircilik Eski Bakanı Sayın ÖZHASEKİ, "Mühendislere 2-3 bin lira verilmemesi için mal sahibinin beyanını esas aldık" diyerek, ülkemizdeki yapıların yıkılma nedenleriyle, yaşanacak bir depremde yapıların yıkılma gerekçesini de ortaya koymuştur.
Mühendislik hizmeti almamış, kaçak olarak üretilmiş olan yapıların, süresiz olarak yasal hale getirilmesi, devletin; asıl sorumluluğu olan halkın can ve mal güvenliğini koruması sorumluluğunu da bırakmış olduğu anlamını taşımaktadır. Yeni yapılacak olan yapıların güvenli bir şekilde üretilmesi, sorunun temel kaynağı olarak karşımıza dikilmiş bulunuyor.
"İmar Barışı" denen bu afla, deprem güvenliği, mühendislik ve mimarlık mesleği hiçe sayılarak toplumun can ve mal güvenliği yapı sahibinin "beyanına" teslim edilmiştir. Su havzaları, dere yatakları ya da hazine arazilerine yapılmış kaçak yapılar da bu af kapsamına alınmıştır.
Ayrıca, tüm yasal kurallara uyarak onun bedelin ödeyen konut ve yapı sahipleriyle birlikte, işini doğru yapan mühendis ve mimarlar da cezalandırılmıştır. Değerler sistemi bir kez daha ayaklar altına alınmıştır.
Güvenli ve sağlıklı yerleşim alanlarının oluşturulması için afete duyarlı ve bilimsel planlama ilkelerini esas alan kentleşme politikalarının hayata geçirilmesi gerektiğinin altını önemle çiziyoruz.
Yapıları depreme karşı hazırlamanın iki yolu vardır:
İlki; mevcut yapı stokunun durumu tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasıdır.
İkincisi; yeni yapılacak olan yapıları, bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmaktır. Planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanıma açılmasına kadar tüm süreç mesleki yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.
Ayrıca, risklerin transfer edilmesi bakımından yapı sigortası ve mesleki sorumluluk sigortası yapılmalıdır.
Profesyonel mühendislik yaşamının düzenleyicisi olması gereken meslek odalarının yetkileri giderek bilinçli bir şekilde azaltılmaktadır. Ticari kaygı teknik kaygının önüne geçmiş, bilgi, beceri ve liyakat sahibi yöneticilerin yerini şirket ve cemaat ilişkileri almıştır. Meslek odası, üniversiteler ve endüstri arasında olması gereken işbirlikleri görmezden gelinerek yok sayılmıştır.
NOT; AFET, BİR OLAYIN KENDİSİ DEĞİL, DOĞURMUŞ OLDUĞU SONUÇLARDIR.
SONUÇ;
· Yaşamış olduğumuz orta büyüklükte bir depremde bile yapılarımızın hasar görmesi ve can kayıplarının ortaya çıkması yapı stokumuzun büyük bir risk altında olduğunu gösteriyor.
· Daha güvenli ve yaşanabilir yerleşim yerleri ve yapıların üretilmesi deprem risk yönetiminin temel amaçlarındandır. Bunu sağlamanın en etkili yolu; yerleşim planlarında ana riskleri göz önüne alarak, gerekli düzenlemeleri yapmak için" Deprem Yönetmeliklerini" ödünsüz bir şekilde uygulamak gerekiyor.
· Hiç kimse bize 1999 depremlerinden sonra bilgi eksikliğinin olduğunu söyleyemez. Yeni bir "Bina Deprem Yönetmeliği" yayımlandı. Zemin durumunu ve fay hatlarını biliyoruz. Artık "ULUSAL DEPREM STRATEJİSİ VE EYLEM PLANINI-UDSEP 2023"ü güncelleyerek uygulamaya koymak gerekiyor.
· Mesleki Yetkinliği temel alan "YETKİN MÜHENDİSLİK YASASI" çıkarılmalıdır.
· 2003 Yılında İstanbul Ana Kent Belediyesinin yapmış olduğu İstanbul Deprem Master Planı (İDMP, 2004 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı`nın yapmış olduğu "1.Deprem Şurası" ve yine 2009 yılında aynı bakanlığın yapmış olduğu "Kentleşme Şurası" na çok sayıda bilim insanı ve uzman katılmış ve son derece önemli çalışmalar yapılmıştır. Fakat devlet bürokrasisinin sürekli olarak değiştirilmesi ve "LİYAKAT ölçüsüne bağlı kadrolar yerine," söz dinleyen ve bilmeyen kadroların göreve getirilmiş olması; "deprem zararlarını azaltmak ve planlı bir kentleşmeyi" sağlamak için hazırlanan raporların uygulama alanı bulamamasına neden olmuştur.
· Her yıl çok sayıda mühendislik diploması verilmesine rağmen kaliteli bir mühendislik öğrenimi yapılamamaktadır. Can ve mal güvenliğini sağlayan bir mesleğin insanları olarak; fiziki şartları uygun olmayan, öğretim kadrosu son derece yetersiz olmasına rağmen inşaat mühendisi diploması veren okullar açılmaktadır. Bu anlayışa son verilmelidir.
· Her afetten sonra sık sık yapılan "yara sarma" anlayışından kurtulup; bilimin, tekniğin ve aklın gerektirdiği işleri yapmak gerekir. Depremin bir doğa olayı olduğu kabul edilmeli ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları "kader" gibi değerlendiren yaklaşımlar terk edilmelidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalar, deprem öncesi alınacak önlemlerin deprem riskini önemli ölçüde azalttığını ortaya koymaktadır. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan tek çıkar yol, deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır.
· Oda ile meslek insanı arasına örülmeye çalışılan duvarlar kaldırılmalı, mühendis ve mimarlardan oda belgesi istenmesine yönelik uygulama güncellenmelidir.
· Kentsel dönüşüm konusu; fiziksel, sosyal ve ekonomik yönden çöküntü ve bozulma sürecine girmiş kentsel alanları, içinde yaşayanlar için yaşam kalitesi daha yüksek olacak şekilde, kente kazandırmayı hedefleyen bir plan stratejisidir. Oysa getirilmiş olan "İmar Affı" ile kentsel dönüşüm arasında çelişkili bir durum ortaya çıkmıştır. Kentsel dönüşüm; parçacı bir anlayışla değil, bütünlüklü kent planlarının bir parçası olarak ele alınmalıdır.
İMO MUĞLA ŞUBE BAŞKANI AZMİ CİHANGİR AYGIN`IN AÇILIŞ KONUŞMASI
Ülkemizde bulunan mühendis, mimar ve şehir plancılarının mesleki faaliyetlerinin kolaylaştırılması ve mesleğimizin kamusal çıkarlara uygun olarak gelişmesinin sağlanması, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği`nin kuruluş amaçları arasında gelmektedir.
Bu amaç, kuruluşumuzdan itibaren birliğimize ve odalarımıza mesleğimizin gelişimi ve mesleki faaliyetlerimizin denetimi konusunda büyük bir sorumluluk yüklemiştir.
Yapı güvenliği sorunu, en eski medeniyetlerden günümüze kadar pek çok toplumun yasalarında ve devlet düzeninde yer edinerek gelişmiştir. Dünyanın en uzun fay hatlarından birisi üzerinde duran ülke coğrafyamız söz konusu olduğunda yapı güvenliği sorunu çok daha önemli bir toplumsal sorun haline gelmektedir. Tarihimiz boyunca yaşanan çok sayıda deprem ve verdiğimiz büyük kayıplar bu alandaki mesleki ve toplumsal sorumluluğumuzu daha da katlamaktadır.
Yapı güvenliğinin bireysel sorumluluk anlayışının ötesinde, bilimin gereklerine uygun bir yasal düzenlemeyle sağlanması konusu, kuruluşumuzdan bu yana odalarımızın en öncelikli gündemi ve talebi olmuştur. Ne var ki bu doğrultudaki çabalarımız ve önerilerimiz 17 Ağustos 1999 depremine kadar sürekli olarak göz ardı edilmiştir. 17 Ağustos depreminin yarattığı büyük yıkım ve toplumsal travma sonrasında konunun öneminin nihayet farkına varabilmiştir.
Bugün uygulanan Yapı Denetim Sistemi, 2001 yılında kabul edilen 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunu ile düzenlenmiştir. Birliğimizin ve bağlı odalarımızın eleştiri ve önerileri dikkate alınmadan hazırlanan ve kamu yararı gözetilmeden uygulanan mevcut yapı denetim sisteminde büyük sorunlar bulunmaktadır. Yasada yapılan her yeni değişiklik, sorunları ortadan kaldırmak yerine daha da derinleştirmektedir.
TMMOB ve Odalarımız, en başından itibaren, yapı denetim sisteminin kamusal bir sorumluluk anlayışı üzerinde yükselmesi gerektiğini savunmaktadır. Bunun içinde yapı denetiminin, kar güdüsüyle hareket eden ticari şirketler eliyle değil, ilgili Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş ve kamu adına bağımsız denetim yapan meslek mensupları eliyle yürütülmesi gereklidir.
4708 sayılı Yapı Denetim Yasası ve Uygulama Yönetmeliği uyarınca yürütülen yapı denetim sistemindeki sorunları ve çözüm önerimizi dile getirmek, yapı güvenliği sorununun toplumsal bir sorun haline gelmemesi için yetkililerin bilimi, aklı ve toplumsal çıkarları esas alan önerileri dikkate almaya davet ediyoruz.
Bu öneriler doğrultusunda;
Anayasanın ekonomik hükümlerin açıklandığı ikinci bölümün "Tüketicilerin Korunması" başlıklı 172 maddesinde; " Devlet tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirleri alır. Tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder" denmektedir.
Ülkemizin de taraf olduğu 1985 tarihli Birleşmiş Milletler Evrensel Tüketici Hakları Bildirgesinin 1. Maddesinde, "Temel İhtiyaçların Karşılanması Hakkı" "Barınma, ısınma, aydınlanma, içecek ve kullanacak su bulma, haberleşme ulaşım tüketicilerin en temel ihtiyaçlarıdır. Her tüketici, bu temel ihtiyaçların karşılanmasını talep edebilir," olarak hükme bağlanmıştır.
Bu çerçevede, güvenli ve sağlıklı bir konutta oturmak, sağlıklı bir çevrede yaşamak herkesin anayasal hakkıdır. Devlet bu hakkı kurum ve kuruluşları kanalıyla sağlamak zorundadır.
Konutların sağlıklı ve güvenli inşa edilmesi ve sağlıklı bir çevrede yaşamak için ise yapı sektörünün kamu yararı gözetilerek denetlenmesi büyük bir önem taşımaktadır.
Ancak ne yazık ki yapı üretim sürecinin ranta bağlı olarak şekillendiği ve konut üretiminde esas beklentinin getiri olduğu ülkemizde, denetim sisteminin de sağlıklı kurgulanmaması o ve iyi işletilmemesi nedeniyle yapı denetimi bir prosedürü tamamlamaktan öteye gidememektedir.
1999 Marmara depremlerinden sonra dönemin siyasi iktidarı tarafından alelacele çıkartılan 4708 sayılı Yapı Denetimi Yasası aradan geçen 20 yıla rağmen hala bünyesinde ciddi eksiklikler ve yanlışlıklar barındırmaktadır.
Ülkemizdeki Yapı Denetim Sistemi-Tarihsel Süreç
Cumhuriyet tarihimizde ilk defa yerleşme ve yapılaşmaları düzenleyen ve denetim esasları getiren yasal düzenlemeler, 1930 yılında yürürlüğe giren 1580 sayılı "Belediye Kanunu" ve "Umumi Hıfzıssıhha Kanunu" dur. Bu kanunlar ile yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin genel ilke ve kurallar tanımlanmış, yerel yönetimlere yapım sürecinin denetlenmesinin yanı sıra ihtiyaç sahipleri için konut inşa etme görevi de verilmiştir.
Daha sonra 1933 yılında çıkarılan 2290 sayılı "Belediye Yapı ve Yolları Kanunu" ile yeni yapılacak yapılar, yollar, ruhsat alınması, fenni mesuliyet ve yapı denetimi konularında yeni esaslar getirilmiştir. Türkiye de imar mevzuatının ve yapı denetiminin temelleri bu yasa ile atılmıştır.
1939 ila 1944 yılları arasında meydana gelen Erzincan ve devamında Adapazarı Hendek ve Bolu Gerede depremlerinde 43.319 kişinin ölmesi, 75.000 kişinin yaralanması ve 200.000 civarındaki yapının yıkılması üzerine 17 Ocak 1940 tarihinde 3773 sayılı "Depremlerden zarar görenlere yapılacak yapılar hakkında kanun" çıkarılmıştır.
1944 yılında 4623 sayılı "Yer sarsıntılarında alınacak tedbirler hakkında kanun" çıkarılmış ve bu kanunla Deprem Bölgelerinde yapılacak yapılar için yeni kurallar getirilmiştir. Ayrıca bu kanunla ilk defa 1945 yılında Türkiye`nin ilk deprem haritası çıkarılmıştır.
1948 yılında 5228 sayılı "Bina Yapımı Teşvik Kanunu" çıkarılmış, ancak 1950 yılından sonra yaşanan hızlı nüfus artışı ve göçler, denetimsiz şehirleşme ve sanayileşme, yoğun kaçak yapılaşma nedeniyle çıkarılmış olan yasa ve yönetmelikler Kısa süre içerisinde uygulanamaz hale gelmiş, plansız ve sağlıksız kentleşmenin önüne geçilememiştir.
1956 yılında 6785 sayılı "İmar Kanunu" çıkarılarak planlama ve yapılaşmaya ilişkin yetkiler merkezi idarede toplanmıştır.
1958 yılında 7116 sayılı kanunla İmar ve İskân Bakanlığı kurularak imar mevzuatı uygulama esaslarına ait tüm yetkiler bu bakanlığa verilmiş ancak çarpık ve kaçak yapılaşma önlenememiştir. Bunun üzerine 1966 yılında "Gecekondu Kanunu" çıkarılmış, bu yasada çarpık ve kaçak yapılaşmayı önleyememiştir. 6785 sayılı İmar Kanunun yetersiz kalması üzerine bu kez 1985 yılında imar mevzuatı yeniden düzenlenerek halen yürürlükte olan geniş kapsamlı 3194 sayılı "İmar Kanunu" çıkarılmış ve planlama süreçlerine ilişkin tüm yetkiler, mücavir alan sınırları içerisinde Belediyelere, mücavir alan dışında kalan yerlerde ise Valiliklere devredilmiştir.
Yapı denetimi konusunda sorunlar ve çözüm arayışları zaman zaman beş yıllık Kalkınma Planlarında da yer almış olmasına rağmen, günümüze kadar bu konuda etkin önlemler alınamamıştır.
2000 yılına kadar yapı projelerinin İmar Yasasına uygunluğu Belediyeler tarafından, yapıların denetimi ise Teknik Uygulama Sorumluluğu (TUS) veya Fenni Mesul adı verilen serbest mimar ve mühendisler tarafından yürütülmüştür.
Süreç içinde Belediye ve Valiliklerin, siyasal etkiler, çıkar ilişkileri, yeterli teknik eleman kadrosuna sahip olmama gibi nedenlerle, proje denetimini dahi sağlıklı yapamaz hale geldiği, yapım işlerini ise hiç denetleyemediği görülmüştür.
Yapı denetim hizmetinin birinci dereceden sorumlusu olan Fenni Mesuller ise; diploma dışında hiçbir deneyim ve yetkinliğin aranmaması, ücretlerinin denetlemekle yükümlü oldukları yapı müteahhidi tarafından karşılanması, faaliyetlerinin hiçbir mesleki denetime tabi olmaması ve yasalarda sorumluluklarının açık bir şekilde tanımlanmaması gibi nedenlerle uygulamada etkili denetim hizmeti yapamamıştır. Bu durum yapım işlerinin, istisnalar hariç, eğitimsiz, bilgisiz ve ehliyetsiz usta ve kalfalarla, yap-satçı tabir edilen ve hiçbir nitelik aranmayan girişimcilerin insaf ve anlayışına göre devam etmesine neden olmuştur.
17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde Marmara Bölgesinde meydana gelene depremlerde resmi kayıtlara göre 20.000 civarında insanımız hayatını kaybetmiş ve 20.000 civarında yapı, çeşitli derecelerde hasar görmüş veya yıkılmıştır.
Çıkan bu ağır tablo yeni önlemler alma zorunluluğunu doğurduğundan, 4452 sayılı Kanun ile KHK yayımlama yetkisi olan hükümet 10.04.2000 tarihinde 595 sayılı Yapı Denetim Kararnamesini yayımlamıştır. 27 pilot ilde uygulaması öngörülen kararname ile kurulan yapı denetim firmaları kadrolarına ve üstlenebilecekleri sorumluluklara göre sınıflandırılmış, mali sorumluluk sigortası ve 601 sayılı KHK`ya dayanarak ilgili meslek odası tarafından verilmesi öngörülen uzman belgesi uygulaması getirilmiştir.
595 sayılı Kararnamenin yargı tarafından iptal edilmesi üzerine 13 Temmuz 2001 tarihinde ilgili kurumlara, üniversitelere, meslek odalarına danışılmadan alelacele hazırlanan 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 595 sayılı kararnamedeki olumlu bulunan düzenlemelerin hiçbirine 4708 sayılı Yasada yer verilmemiştir. Mesleki sorumluluk sigortası uygulaması kaldırılmış, yapı denetim hizmet bedeli azaltılmış, mesleki yeterliliğin (meslek odası tarafından değerlendirilmesinden vazgeçilerek yetersiz ölçütlerle bakanlık tarafından denetçi belgesi verilmesi uygulamasına geçilmiştir. Yasada ayrıca yapı denetim firmalarına cezai işlemler tanımlanmış denetim firmalarının yalnızca mimar ve mühendislerce kurulabileceği koşulu getirilmiş, yapı denetim kuruluşlarına iş ve işçi sağlığı güvenliğini de denetleme sorumluluğu verilmiştir.
İlk etapta 19 pilot ilde uygulanan Yasa 13.07.2010 tarih ve 27640 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik ile 01.01.2011 tarihi itibariyle ülke geneline yaygınlaştırılmıştır.