ADALET YOKSA `ADALET` DİYE YOLLARA DÜŞMEKTEN BAŞKA BİR YOL DA YOKTUR

ADALET YOKSA "ADALET" DİYE YOLLARA DÜŞMEKTEN BAŞKA BİR YOL DA YOKTUR

Hukuk ve adaletin  ayaklar altına alındığı  bir süreçteyiz. Özellikle 16 Nisan referandumundan sonra hukuk tamamen siyasetin vesayeti altına girmiştir. İçinde bulunduğumuz olağanüstü şartlar, başkanlık sistemi ile birleşince insanları umutsuzluğa sürükleyen bir tablo ortaya çıkmıştır.

Üstelik demokrasi değersizleştirilip "güvenlikçi" bir anlayışa teslim edilirken, devletin tüm olanakları toplumsal alanı  tümüyle  sarıp sarmalamıştır. Bu bağlamda hukukun  evrensel  ilkeleri ve insan hakları yok sayılarak ortaya çıkan  adaletsizlikler medya gücüyle haklı gösterilmeye çalışılmaktadır. Güce dayalı bir düzenin oluşması için toplumun her kesimine büyük bir korku salınmaktadır. Var olan toplumsal sorunları sürekli  olarak  iç  ve dış düşmanların üretimi olarak gösterip, yürütülen baskı ve cezalandırmalara bir destek aracı olarak kullanmaktadırlar. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ortadan kaldırılarak demokratik olmayan bir anlayışta otoriter bir düzen yaratılmaya çalışılmaktadır.

En küçük demokratik ve mesleki hak taleplerinde bulunanlar bile ya FETÖ  yandaşı, ya da başka bir terör örgütü yandaşı olarak suçlanmaktadırlar. Ülkemizin bir çok aydını, öğretim üyesi, öğretmeni, mühendis ve mimarı sorgusuz sualsiz işinden atılıp aç bırakılmaktadır. Milletvekilleri ve gazeteciler cezaları kesinleşmeden tutuklanarak ceza evlerine atılmaktadırlar.

Biz meslek insanları olarak önce insanız ve ülkemizin sorumlu birer yurttaşıyız. Yaptığımız işten olduğu kadar, yaşadığımız yerden de, ülkemiz ve çağımızdan da sorumluyuz. Kentlerimizin yaşanmaz hale getirilmesine, işsizliğe, gelir dağılımındaki adaletsizliğe, afetler karşısında sesiz kalmak bir yana, doğanın bilim dışı tahrip edilmesi karşısında işlemeyen adalet sistemine karşı sesimizi yükseltmeliyiz. İş cinayetleri ve trafik kazalarında yaşamını yitiren binlerce insanın sesi olmak gibi bir sorumluluğumuz var.

Hukukun işlemediği, adalet sisteminin olmadığı bir yerde sesimizi yükseltmek ve "adalet" arayanlarla birlikte adalet aramanın haklı bir talep olduğunu düşünüyoruz.

Ankara`dan İstanbul`a kadar sürecek olan "Adalet Yürüyüşü" başlamıştır. Bu yürüyüşe ilişkin bir takım çevreler tarafından tehditkâr açıklamalar gecikmemiş, yürüyüşü başlatan ana muhalefet partisi liderine, "Yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın" diyerek aba altından sopa gösterilmiştir.

Demokratik toplumlarda, hak arayışı engellenemez bir kazanım olarak hem toplumsal meşruiyete hem de yasal dayanağa sahiptir. Ülkemizin bu noktadan hayli uzak bulunduğunu üzülerek belirtmek durumundayız. Demokrasimizin sorunlarından nasıl kurtulacağına dair tartışmaları bir tarafa bırakalım, son yıllarda askeri darbe dönemlerini bile aratmayacak uygulamalara tanık olduğumuzu görmekteyiz. Türkiye, düşüncenin suç sayıldığı, düşünceyi açıklamanın ağır ceza ile karşılaştığı, uzun tutukluluk sürelerinin cezalandırmaya döndüğü, öğrencilerin, gazetecilerin hapse atıldığı bir ülke haline gelmiştir. Siyasi iktidar, bir taraftan toplumu, muhalif kesimleri polis şiddetiyle terörize ederken, diğer taraftan yasa değişikliği ile muhalif kurumlar üzerinde terör estirmektedir.

Yargısız infazla binlerce insan işinden atıldı. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, açlık grevinde 100. günü geri de bıraktı.

Böylesi bir süreçte iktidardan nemalanan küçük bir azınlığın dışında herkesin "adalet" diye bağırması gerektiği açıktır. Adaleti kaybettik, şimdi bulmaya çalışıyoruz! Bulacağımıza da inanıyoruz.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

 

Yönetim Kurulu