Marmara depreminden Van depremine
Ülkemizin değişmez yazgısı
Marmara depreminden Van depremine Ülkemizin değişmez yazgısı 2011 yılının 23 Ekiminde Van depremle sarsıldı. Merkez üssü Tabanlı Köyü olan depremde 604 insanımız hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı. Özellikle Van`ın Erciş ilçesi depremde büyük hasar gördü. Birçok bina yıkıldı, kullanılamaz hale geldi. Aynı akıbete kamu binaları da uğradı. Bırakalım kamu hizmetlerinin eksiksiz yerine getirilmesini, barınma, beslenme gibi yaşamsal ihtiyaçlar bile karşılanamadı. 23 Ekim depreminin yarattığı şok, 9 Kasım depremiyle daha da arttı. 5,6 büyüklüğündeki depremde yıkılan Bayram ve Aslan Otelleri 32 insanımıza mezar oldu. Tespitlere göre Van`da 2 bin 307 bina yıkıldı. Van depremleri gösterdi ki, Türkiye afet sonrasına hazır bir ülke değildi. Depremle yıkılan Van kışın soğuğuna teslim oldu. İnsanlar aylarca çadırlarda, altyapı yoksunu konteynırlarda yaşamaya mahkûm edildi. Afet sonrası sınıfta kalan siyasi iktidar TOKİ marifetiyle Van`ı yeniden inşa etmeye kalkıştı. TOKİ konutlarının güvenli olup olmadığına dair soru işaretleri ile hak sahipliği, kira bedelleri, kiracıların durumu gibi konular gündemi işgal etti. Yargılamalar göstermelik olmaktan öteye geçemedi. Devlet birkaç günah keçisi bulup sorumluluğu üstünden attı. Bina ve otel sahiplerine verilen cezalar kayıp yakınlarını tatmin etmedi. Van depremleri ülkeyi yok sayılamaz gerçeklerle karşı karşıya bıraktı. İlki binalarımızın depreme dayanaklı olmadığı, güvenli olmaktan uzak olduğuydu. İkincisi ise deprem sonrası önlemler konusunda yetersizliğimizin açığa çıkmasıydı. Üçüncüsü ise Türkiye`nin acı olaylardan ders almadığının bir kez daha tescil edilmeseydi. Türkiye`nin bir deprem ülkesi olduğu, topraklarının ve nüfusunun büyük bir bölümünün değişik derecelerde deprem tehlikesini altında bulunduğu, kentlerimizin ve sanayi tesislerimizin risk taşıdığı, tarih boyunca Anadolu coğrafyasının depremlerle sarıldığı, son yüzyılda meydana gelen depremlerde yüz bine yakın yurttaşımızın hayatını kaybettiği, yapı stokumuzun depreme dayanaklı olmadığı, pek çok yapının mühendislik hizmeti almadan üretildiği, yapı denetim sisteminin eksiklikler içerdiği, toplumun deprem bilincinden uzak olduğu gibi gerçekleri yok saymak, bir doğa olayı olan depremin doğal afet gibi yaşanmasına yol açmakla kalmadı, insan hayatına ne kadar değer verdiğimizi de açığa çıkarttı. Daha eski depremleri bir tarafa bırakalım, 1999 Marmara depreminden ders çıkartılsaydı Van depremi bu düzeyde bir sonuca yol açar mıydı? Bu soruya verilecek yanıt, aynı zamanda Van depreminden ders alınıp alınmadığını da sorgulamamızı sağlayacak önemdedir. Üzülerek ifade ediyoruz ki siyasi iktidar Türkiye`nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini yok saymaktadır. Ne yapı denetimi sistemi olması gereken işleyişe oturtulmuş ne bina envanteri çıkartılmış ne kentler olası bir depreme hazırlıklı hale getirilmiş ne de bütün bunlar için merkez bütçeden kaynak ayrılmıştır. Siyasi iktidar, depreme karşı kentsel dönüşüm projelerini yaygınlaştırmak dışında kayda değer bir önlem öngörmemektedir ki TOKİ marifetiyle gerçekleştirilen konut seferberliğinin ne derecede güvenli yapı üretimini sağladığı tartışmalıdır. Siyasi iktidarının "yapmadıklarının" yanında bir de "yaptıkları" vardır ki, bunlar, adeta depreme davetiye çıkartacak niteliktedir. Türkiye`nin temel sorunlarından birinin, yapıların mühendislik hizmeti olmadan üretildiği gerçeği görmezden gelinmekte, yapı üretim süreci denetim dışı bırakılmakta, yapı denetim sistemindeki aksaklık ve eksiklikler bir türlü giderilmemekte, yapı üretimi niteliksizliğe, kuralsızlığa mahkûm edilmekte, sistem bir bütün olarak zafiyetine uğratılmaktadır. Meslek odalarının, özellikle de İnşaat Mühendisleri Odası`nın, son dönemde gerçekleştirilen mevzuat değişiklikleri ile kamu adına yaptığı denetim hakkının gasp edilmesi, yapı üretim sürecinin dışına itilmesi zaten sorunlar ve sıkıntılar içinde bulunan yapı üretim sürecindeki olumsuzlukları katmerleştirmiştir. Siyasi iktidarın ne yapmak istediğini anlamak mümkün değildir. "Yapılmayanların" ve "yapılanların" toplamı, iktidarın insan hayatını değil, konut sektörünün ortaya çıkaracağı rantı önemsediğini göstermektedir. Oysa deprem tehlikesi yapı üretiminde köklü değişikliklere gidilmesini zorunlu kılmaktadır. Bunun yolu mühendislik mesleğinin önemini teslim etmek, meslek odalarını işlevsel kılmak, meslek içi eğitimi sürekli kılmak, inşaat sektöründe ara elemanların eğitimine ağırlık vermek, yapı denetim mevzuatını zaaflardan arındırmak, mesleki etik ilkeleri tartışmasız bir yere taşımaktan geçmektedir. Ne yazık ki karşı karşıya kalınan doğal afet, bir önceki felaketten ders alınmadığını göstermektedir. 2011 Van depremi, 1999 Körfez depreminden sonra yapılan hamaseti boşa düşürmüştür. Van depremi sonrası çizilen tablonun pembe değil kara olduğu korkarız ki bir başka depremde açığa çıkacaktır. İnşaat Mühendisleri Odası, mühendislik hizmeti almadan üretilmiş tek bir yapı kalmayana kadar sözünü esirgememeyi, kamu idaresini uyarmayı toplumsal bir sorumluluk saymaktadır.